13 Eylül 2023 Çarşamba

EKONOMİDE BORSA VE FİNANS İNKILABI İLE KALKINMA. İDEAL VE ÇAĞDAŞ FİNANS SİSTEMİYLE VAHŞİ KAPİTALİZME NASIL SINIR ÇİZİLİR ?

MEVCUT BORSA SİSTEMİNİN SAKINCALARI

Borsanın mevcut sakıncalarını şöyle sıralayabiliriz. 

-Reel dünyadan bağımsız olarak yükselen bazı hisseler ponzi benzeri kazanç ortamı oluşturmaktadır.

- Şirketlerin veya IMKB nin hisse değerini şirket kazancı ile paralel tutmakla mesul olmaması nedeniyle tahtacılar, yabancılar gibi büyük sermaye odakları tarafından yılın belli bir döneminde spekülatif kazanç elde etme alanı olmuştur. 

- Yine aynı gruplar bir hissenin fiyatını indirip diğer hisseyi artırarak borsada terör oluşturmaktadır. Bu da küçük yatırımcının parasını enflasyona karşı koruyamamasına neden olmaktadır. 

- Yabancılar kısa sürede gelip kazançlarını dövize çevirip gitmesiyle döviz kaybına neden olmaktadır. 

- Borsanın gerçek bir yatırım aracı olması gerekirken yukarıdaki sebeplerden dolayı para kayıplarına neden olması sonucu halk reel dünya yatırımları yerine döviz, altın vb.ne, yani özünde para alış verişi olan, parayla para kazanma olan sözde yatırımlara gitmektedir. Bu da döviz darlığına, sermaye yetersizliğine ve dolayısıyla faiz ve döviz kuru artışına, yani enflasyon ve develüasyona neden olmaktadır. 

-Borsadaki hisselerin reel dünyadan bağımsız olduğu bu durum, döviz ve altın gibi mal ve hizmet üretmeden para kazanılması, devletin develüasyona zorlanması alt gelir grubuna enflasyon olarak yansımaktadır. Bu da anayasanın sosyal devlet ve eşitlik ilkesiyle uyumlu değildir. 

Bu sebeplerle borsanın riskli bir alan olmaktan çıkarılıp gerçeklere uygun hale getirilmesi ülkemizin finans sisteminin rehabilitasyonu açısından hayati önem arz etmektedir. Zira örneğin Alman Bosch hissesi alıp dünya çapında üretim ve ticaret yaparken Türk bir köşeye $ ve altın almayı yatırım olarak görmektedir. 


   BORSADA NASIL İSTİKRAR SAĞLANABİLİR? 


 Borsada istikrar sağlamak için bazı tedbir ve kurallara ihtiyaç vardır;

- Borsada hisse arz eden firma fizibilite raporunun doğruluğunu sigortalatmalı,bu miktar kadar sermayeyi şirkette tutmakla mesul olmalı, başka bir kişi ve kuruma teminat olarak kullanamamalı, yani net sermaye kuralı işlemeli, sigorta farkı IMKB ye ödemeli, böylece şirket sigortacı tarafından denetime tabi tutularak balon oluşması önlenmelidir. 

Bunun sonucu şirket parayı aldıktan sonra gitmeyecek, reel kazancı ile borsadaki değerini paralel tutmakla mesul olacaktır. Bu uygulama fiyatın reel dünya ile uyumlu olmasını sağlayacaktır. Yüksek getirili kağıtları alan elde tutacak, çıkanlar nisbeten düşük getirili kağıtlara kalacaktır. 

Bunun başka bir yolu da şirketin varlık ve 9 yıllık kar ortalaması ile hesaplanan değere göre 10. yıldaki değer artışının 1 yıllık takvime bağlanması, en çok kazanan hisselerden en az kazanana gruplanması, borsada en uzun duran miktarlara en üst gruba geçme hakkı verilmesidir. 

-Borsadaki hisseler mevcut durumu örneğin  % 10 dan fazla negatif etkileyecekse yeni proje için farklı ve süreli olarak çıkarılmalıdır. Örneğin A şirketi 2035/12 gibi ayrı zamanlı karpayı veren hisseler ihrac etmeli, kazançlar şirketin halka açıklık oranına dayalı karpayı şekline gelmelidir. Kar fizibilite raporunda beklenenden daha düşük olursa A şirketinin 2035/12  hissesinin değeri o oranda düşerken, fazla olması halinde o oranda yükselecektir.

 Bu işlem muhasebe sistemi şirketlerin içindeki farklı yatırımların getirisini ve faaliyet giderini ayrı olarak hesaplayacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. 

Sadece yeni yatırımların ayrı olarak isimlendirilip ayrı olarak muhasebeleştirmesi bile hayali satışları önleyecek ve F/ K oranına göre sıralamaya imkan verecektir. Ayrıca yeni yatırım giderlerinin eski yatırımcıya yüklenmesini önleyecektir. 

Burada F/ K sı en iyi olanı satan olursa, alma önceliği ilk önce emekli fonlarına, sonra düşük gelir grubuna, sonra da borsada en uzun süre yatırımı olana verilerek finansal istikrar kalıcı hale getirilir. 

 - Borsaya ilk girenler en az gelir getiren hisselerden başlamalı / ortak gelir havuzunda kademe belirlenmeli, günlük alım satımlar sadece xtümde veya xK kısa süreli alt gelir grubu hisseler de olmalı,tüm hisseler seçeneği ve en uzun bekleyenin ileri kademeye geçme hakkı olmalıdır. 

- Bunun başka bir yolu da borsada kar hak etmek ve zaman arasında bağ kurulmasıdır. Aynı gün satanlar kardan pay alamamalıdır. 2.gün satanlar % 10, 3. gün satanlar % 20 sini... almalıdır. 7 gün - 1 ay arası tutanlar karın % 50 sini, 1 ay 2 ay tutanlar % 60 ını.. Blanço zamanına kadar tutanlar % 100 ünü haketmiş olmalıdır. 

Borsadaki giriş çıkışların daha rahat uygulanabilmesi için Dijital Borsa Lira olarak alınıp satılabilir. Bu Borsa Lira değer artışından tüm vatandaşlar yatırımı ve süresi oranında faydalanır. Bunun artışı çok alınmakla değil, şirketlerin kazancı ve uzmanların belirlediği piyasa değeri ile paralel olur. Örneğin bu sene 10 ₺ olan Dijital Borsa Lira bir yıl sonra şirketlerin karına bağlı olarak 15 ₺ olur. Bu durumda emeklilik fonlarına pozitif ayrımcılık uygulamasına ve kar yansıtma oranının kalınan zamana göre  olduğu bir mekanizma gerekiyor. Örneğin normali  Dijital Türkiye Borsa Lira iken ayrımcılık sağlananın adı A-Dijital Borsa Lira, 1 yıldan az olanın adı K- Dijital Borsa Lira gibi. Kısa süreli girene örneğin % 30 az, emeklilik fonuna % 30 çok kar gibi pozitif ayrımcılık oranı belirlenir. XTüm DB₺ tüm vatandaşların her bankadan ulaşabildiği standart yatırım aracı olmalıdır. 

- Tahtacı yerine IMKB gelmeli ve IMKB nin ilan ettiği taban ve tavan fiyatlar ile dalgalanmalar önlenmelidir. IMKB şirketin projelerini inceleyip bankalar ve aracı kurumlar vasıtasıyla satışı yapmalı, yatırımcının hakkını koruyan vekili olmalı, banka ve aracı kurumlar IMKB nin bayisi olmalıdır. 

Uygulaması kolay bir yol da satılan hisseleri şirketlerin alması, fiyatının da uzmanların ve formüllerin belirlediği rakamın % 30 aralığında olması fakat bu sermayeyi şirket dışına çıkaramaması, başka şirketlere teminat verememesidir. Bu durumda şirketler paraya ihtiyaç olduğunda satış fiyatını düşürürüp borsadaki payını artırırken, yeterli sermayesi varken alış fiyatını yükseltip borsadaki paylarını düşürecektir. Formüllere göre rakamlar revize olacaktır. Bu durumda faizler de her sektör için farklı belirlenmelidir. Yani çok kazanan sektörün karı çok olduğu için finansman ihtiyacını borsadan değil de faizden karşılayamamalıdır. Desteklenen sektörlerde düşük olması onaylı işleme kredinin çıkması ve rezerv para yetkisinin Merkez Hazine Bankasında olması sayesinde sürdürülebilecektir. 

Formuller belirlenmeli ve yatırımın geri dönüş yılına göre değer sırası oluşmalıdır. Örneğin 10 yılda geri dönen 50 lira ise 8 yılda dönen 60 lira olmalıdır. İyi blanço ile fiyat artarken, kötü blanço ile düşmelidir. Bu da şirketin varlıkları ve 5 yıllık karını dikkate alan bir formül ile sağlanabilir. Yani hikaye değil, onaylı fizibilite raporlarına göre değer artışı olmalıdır. 

-Tavan fiyat olmazsa da gerçek değerin üzerinde artışlarda blanço açıklandığı günkü değeri ile satış uyarısı ile satılmalıdır. Blanço sonu IMKB nin tesbit ettiği değer açıklanmalıdır. Yüksekten almak isteyen sonraki blançoya kadar bekleme uyarısı ile alabilmeli, satarsa belirlenen fiyattan IMKB yada şirket alıp satışa çıkarmalıdır. Bu uygulama ile takas sonucu normal fiyatı ile alıcı olmadığı durumlarda IMKB alacak ve satılık hisse ve miktarını yayınlayacaktır. Yüksekten alan zararı üstlenecek ya da bekleyecektir. 


-Mevcut durumda faizde duran yatırımlar, organizatörünün IMKB yada kurulan yeni bir kurum olduğu fon haline gelmelidir. Bankalar bu kurumun bayisi olmalıdır. Hisse satan yoksa nakitler bu fonda değerlendirilmelidir. Bu fon karpayı esasına göre, vadeli alışveriş yapanların kullandıkları miktarın şirket sermayesine oranı kadar karın % 90 ını dağıtmalıdır. Fonda duran miktar yeterli değilse Merkez bankası rezerv parası devreye girmelidir. Bu fonun kazanç oranı vadeli mal alıcıları için maliyeti, yani neması olacaktır. Buna da XTB₺ (tüm Ticaret Borsa ₺) denebilir. 

Şirket hissesini satılığa çıkaran kişilerin hisselerine alıcı varsa elektronik ortamda ilk başvurana verilmeli; alıcılar tercihleri arasından hisseleri alabilmeli;  başvuran alıcı olmaması halinde IMKB kontrolündeki fon satın almalıdır. Fonun alacağı bu rakam şirketin o yıl için tahmini gelire göre ilan ettiği rakamdır. Bankalar yine aracı kurumdur. 

Fiyatın geri dönüş yılından yüksek fiyata çıkması için süre sonuna kadar almayı taahhüt eden kişiler olmalıdır. Süre sonundaki tahmini fiyatı şirket tarafından ilan edildiği ve de alıcı IMKB olduğu için yükselmesi anlamsızdır. 

- Borsadaki payların % 1 inden fazlasını alan kurumlar gün içerisinde en fazla % 1 ini satabilmelidir. Satmaları halinde karı bırakarak, ya da bu satışlar sonunda oluşan fiyattan / 3 ay sabit kaldığı fiyattan çıkabilmelidir. 

-Günlük tavan 1 puan yukarı, taban puan 1 puan aşağı olabilmelidir. Yıl sonunda karına göre olurda bundan fazla değerlenmişse bir yıldan fazla bekleyenlere temettü olarak verilmelidir.

Kural ve düzenlemelere ilave olarak kontrollü piyasaya geçilmelidir; yani paranın piyasa bozucu etkisinin ortadan kaldırılmasıdır. Bu da kişi ve kurumların döviz, altın ve dövize endeksli varlıklara dayalı kazançları % 100 vergiye tabi tutularak; tamamen dijital paraya geçilerek ya da çok küçük işler hariç e-paraya geçilerek; ve hatta elde ve kasada tutulan ₺ ve dövizler için yıllık FED faizi kadar istikrar vergisi tahakkuk ettirilerek sağlanabilir. Yukarıdaki tedbirler normal şartlarda da uygulanabilir. 

Ancak komple Dijital Planlı Ekonomi Sistemine geçilmediği zaman mevcut güç odakları daha küçük de olsa yeni kriz dalgaları oluşturmaya devam edecektir. Batan şirketler korkusu nedeniyle uzun süreli satışlar zor olacaktır. Konuyu anlamak için "Dijital Planlı Ekonominin kurumları ve işleyişi" yazısını mutlaka okumanızı tavsiye ederim. 


DİJİTAL PLANLI EKONOMİ SİSTEMİ İLE İDEAL FİNANS SİSTEMİNE GEÇİŞ NASIL OLABİLİR? 

             ÖN HAZIRLIKLAR

İdeal finans sistemine geçiş için Dijital Planlı Ekonomi Sisteminin Kurumları ve işleyişi yazısında detayları belirtilen aşağıdaki piyasa ortamına geçişin planlanması gerekiyor. 

Bu bağlamda gerekli yasa ve düzenlemeler ;

1) Maliyet ve stok detaylı dijital muhasebe sistemine geçiş yasası 

2)Dijital veya Türkiye e-para (troy gibi) sistemine geçiş ve gerekli cihaz ve yazılımların oluşturulması yasası. Bunun sonucunda döviz ve altının yatırım aracı olmaktan çıkarılması ve yıllık değerlenen ₺ tesisi. 

3)Hazine bankasının, Ulusal Planlama Konseyinin, Ulusal Sigorta A O. nun kurulumu sonucu rezerv para kullanım yetkisinin  planlı ekonomi çıpasına bağlanması ile kredi teyidi için bankacılık ve sigortacılık yasası

4) Üretim ve hizmetlerin planlı ve koordineli olarak yapılması, küçük üreticiyi koruma görevinin sektör firmalarına verilmesi için DUPİDOM (Dijital Ulusal Planlama ve İhale Dağıtım Onay Merkezi) kurulumu ile üretimin planlanması

5 )Şirketler yasası ile net sermaye tanımı ve nakit ödemeyle yada yeni kurulacak fon ve hisse senedi yöntemiyle karpayı esasına dayalı kredi kullanım yasası

YENİ KREDİ KULLANIM SİSTEMİNE GEÇİŞ

İdeal yeni borsa sisteminde hisse ve fon almak için tüm nakit ve teminatlar tek merkezde, yani  Türkiye Menkul Kıymetler (Türkiye Borsa) A. O. da  toplanacaktır. Tüm yatırımcılar ve vatandaşlar bankadan bu sisteme bağlı hesap açarak fon yada hisse hesabı açacaklardır. Borsada işlem yapanlar doğrudan bu kurumdan Türkiye Borsa ortak hissesi alacak, paraya ihtiyacı varsa yine bu kuruma hissesini satacaktır. Satışlar hisselerin adedi ile sınırlı olacaktır. Ülkede döviz ihtiyacı yoksa sadece türk vatandaşları net sermayesi ile alabilecektir. Dış sermaye ihtiyacı varsa bu miktar için yıllık kota belirlenecektir. 

Şirket karları oluşturulan bu ortak havuzda toplanacaktır. 

Şirketlerin halka arz ettikleri oran ölçüsünde ortağı Borsa Türkiye olacaktır. Bu sigorta yatırıldığı için ilgili şirketleri Türkiye sigorta A. O. takip ve denetim altında tutacaktır. Planlı Ekonomi Sistemi çıpası sayesinde batan yada iflas eden olması sadece olağanüstü şartlarda olacaktır. 

DUPİDOM üyesi şirketler her yeni yatırım için DUPİDOM dan onaylattıkları miktarı; bu miktarın şirket içindeki yüzdesini, fizibilite raporlarını, sigorta tekliflerini Borsa Türkiyeye sunarak Borsa Türkiye ile karpayı esasına dayalı süreli ortaklık kuracaktır . 

Esnaf, çiftçi, müteahhit, galerici gibi küçük yatırımcı da yukarıdaki şekilde Borsa Türkiye ile ortaklık kurarak karpayı esasına göre kredi kullanacaktır. Miktarın işletme sermayesine oranı kadar net karını bu hesaba kredi maliyeti olarak ödeyecektir. Burada şirketlerin değeri mevcut kar ile mevcut ortaklık için geri dönüş yılına bağlı olacak ve spekülatif değerler olmayacaktır. 

Her grup mal ve işletme için kar payı fonu  kademesi belirlenecektir. Ne kadar geç öderse, kullandığı pay oranına bağlı olarak o kadar kar yüzdesi fona kalacaktır. Yani herkes peşin ödemeye dönecek yada karını paylaşacaktır. Bu karda parayı borsaya koyana kalacaktır. Böylece para ve malın karşılığı reel sektörle birebir birbirine bağlanacaktır. 

Bunun sonucunda kişilerin döviz, altın gibi yatırımlara ihtiyacı olmayacak, kazanç doğrudan mal ve hizmet üretmeye bağlanmış olacaktır. 

Vatandaşlar da ödemelerini banka kartı ile nakit olarak ödeyecektir. Kredi kullanacaksa gelir veya teminatı tanımlanacaktır. Yani net sermaye kuralı her aileye işleyecektir. 

Net sermaye harici hesap dışına çıkarılamayacak, bu hesaptan borçlu hesaplar hariç harcama, ödeme yapılamayacaktır. 

 Ev, arsa, araba ve benzerini borçlu olarak alırken de net sermaye  kuralı işleyecektir. Vatandaşlar ulusal planlama ile onaylanmış gayri menkullerin kredisini bu fonla borçlu karpayı ortaklığı oluşturarak kullanacaktır. Alıcılar her sektör ve mal için tesbit edilen kademe oranı ile geri ödeyeceklerdir. 

Bu fonlar belirtilen amaçlar haricinde kullanılamayacaktır; yani ya fatura ile ödenecek, ya da e-devletten iş yaptırılan küçük esnafa sözleşme karşılığı ödeme şeklinde olacaktır. Başka bir ifadeyle iş yeri sermayesi ile ev alınamayacak, onun için farklı bir ortaklık tesis edilecektir. Şahıs işletmelerinde de patronlar şirketler gibi maaş sistemi ile takip edilecektir. Bu durumda işletmenin kar veya zarar durumu anlık görülebilecektir. 

Yatırımcı Borsa Türkiyeden kar payı alacaktır. Kar payı oranından yatırımcının faydalandığı basamaklar yatırımın süresine ve sektörüne bağlı olarak kanunla ve Ulusal Planlama Konseyince belirlenecektir. 

Yatırım süresine bağlı olarak en uzun süre bekleyen yatırımcı ve emeklilik fonları en yüksek kademeden, 1 yıldan kısa olanlar en düşük kademeden nemalanacaktır. Yatırım geri dönüş süresi en kısa ve karlı şirketlerin kar marjı üst kademelere yüksek oranda yansıtılacaktır. Bu nema piramidi olarak tanımlanacaktır. 

Alt gelir grubuna özel bir basamak avantajı verilecektir. 

Kısa süreli girip çıkanlar en düşük kademeden nemalanacaktır.


 MEVCUT HİSSELER NE OLACAK?

Peşin ödemeye geçilmesi, döviz ve altının yatırım aracı olmaktan çıkarılmasıyla borsadaki değerler zaten düzeltme yapacaktır. Şirketler ve bilirkişi komisyonu mevcut defter değerinin ve daha önce elde edilen kaynakların ödeme zamanını geri dönüş yılı ve kar ödemesi olarak hesab edip Borsa Türkiye'ye bildirecektir. Başlangıçta #XReel pazarı kurularak değeri ile uyumlu olanlar IMKB ile sözleşme yenileyip bu pazara alınabilir. 

Şirketler daha önceden borsadan elde ettikleri bu kaynakları fizibilite raporlarına ve bitiş yılına bağlı olarak isimlendirerek uygun kısımlara böleceklerdir. Örneğin A şirketi 06/2035, A şirketi 31/2040 gibi geri alış yılını belirteceklerdir. Daha sonra bu hisseleri kendileri veya Borsa A. O. ödeyip geri alarak veya yatırımcıların borsadaki hisseleriyle değiştirerek ortaklığı Borsa Türkiyeye devredeceklerdir. Bundan sonraki her yeni yatırımın kaynağını ideal borsa sisteminden yeni isimle ve hisse yüzdesiyle sağlayacaklardır. 

Yatırımcıların elindeki hissesinin değeri mevcut yılda enflasyonun çok üstündeyse, yani spekülatif kazanç seviyesindeyse ya yatırıma eksi kademeden dahil olacak, ya bir yıl bekleyecek, yada gerçek defter değerinden başlayacaktır.

BORSA VE EKONOMİYE FAYDALARI ÖZET 

Bu uygulama ile Dijital Planlı Ekonominin kurumları ve işleyişi yazısında anlatılan Dijital Planlı Ekonominin faydaları görülecektir.

 Borsa gerçek bir yatırım aracı olacak, hem borsada hem ekonomideki dalgalanmalar önlenecek, reel dünya ile bağlantılı hale gelecek, birileri alıyor diye artmayacaktır. 

Büyük finans odaklarının kısa süreli olarak gelip spekülatif kazançlarını yurt dışı merkezlerine götürdüğü sermaye hırsızlığı önlenecektir. 

Finans sektörü reel dünyaya adeta bir block chain (yazılımla zincir baklaları gibi) bağlanacaktır. Spekülatif kazanç bitecektir. 

Yatırım doğrudan ihtiyaç olan alanlara gidecektir. 



Bu yazı Dijital Planlı Ekonomi Sistemi bloğu yazarı Mehmet Ateş tarafından hazırlanmıştır. Blogdan diğer yazıları da okuyabilirsiniz. 

16 Ağustos 2023 Çarşamba

ACEMİ NALBANT GAVUR EŞEĞİNDE ÖĞRENİR BÖLÜM 4

 ACEMİ NALBANT GAVUR EŞEĞİNDE ÖĞRENİR

 (önceki bölümleri, 1-2 ve 3, bu blogdan okuyabilirsiniz) 

                   BÖLÜM 4

ACEMİ NALBANT NEREDEN ÇIKTI? YÖRÜK ATASÖZLERİ. 

 Köydeki bilgiler esas itibariyle tanıdık yoluyla elde edilirdi. Sohbetlerin konusu genelde falancanın dedikodusu, yapılan işler, tartışmalar, öğrenilen veya edinilen tecrübeler olurdu. Ancak o gün Besilerin Hamdi amcanın sohbeti farklı olmuştu. Adeta sen okulda bir şeyler okuyorsundur da bu dağların da bir kültürü var diyordu ; " Bize de büyükkerimizin anlattığı sözler var. Yaşadığımız, gördüklerimiz var. Ama bunları herkes dinlemiyor. Hep dedi kodu, o napmış, bu napmış" diye başladığı konuşmasını bir süre tekrarlayarak aklımda tutmaya çalıştım ama zamanla çoğu hafızamdan silindi gitti. 

Hatırladıklarımı anlatayım ;" Bak koca köyde okula gidebilen yok Mehmet. Allah sana nasibetti, gıymatını bil oolum. Ne iş yaparsan yap, eece öörenmedin işi kimse sana vemez. Misal köyde öküz-at-eşek nallıyan iki kişi var. Bana getrip atını nalladırmısın? Bi nal bi atı ıskartaya çıkarır. Eyi huylu bi at ele geçirebilirsen senden bahtiyarı olmaz. Odunu yükledin mi banamısın demez. Çoluğuna çocuğuna verisin gitcee yere getirir, götürür. Kötü ata düştünmü de senin götürür bi atar dereye. Rahmetli babam" acemi nalbant gavır eşeende öö(ğ) renir" derdi. Bi nalbantın ustalaşması için yıllar geçer. Undan keeni, nam yapar, hata yapmaz. Herkeş(s) u(o) na götürür. Ama yanlış yapanı yedi köy duyar. Cümle aleme rezil olur. "

Buradaki gavur kafir, düşman gibi anlaşılmasın. Gavur bu topraklara ait olmayan kişidir, ahlakı bozuk kişidir, saygıyı bilmez. İyinin zıttıdır Anadoluda. Kadınlar kendine saygısızlık yapan gençlere" ebi gavurun dölü" der. Erkekler " gavur dölümüsün sen?" " Gavur oğlu gavur" der. Haksızlık yapana " Gavur olsa bunu yapmaz" der. Hiç bir hayıra ortak olmayacağı bilinene "ona gideceğine gavura git, ondan hayır bekleme" denir. İşte, uzman olmayan nalbanta bu gavurun eşeği bile emanet edilmez. 

 "Bak bir köpe(ği) n yetişmesi bile bir yıldan fazla sürer. Unun için çobanlar eni(ği) ne taş atan adamınan (adamla) kavga eder. Eni(ği) n cesaretini kırdın mı, ondan hayır gelmez. Korkar, pali(sokak köpeği) olur. Taş yemiyen eni(ği) n guyru(ğu) dik olur, koros koros gezer (gücünün korkutmaya yeteceğini düşünür). Taş yememiş enik gibi derler, cesur olana, korkmayana,herkese sataşana . Amma yabancıyı korkutur, sana habar verir. Onun için köpe(ği) n hatırı yo(k) sa sa(h) bının hatırı vardır derler. Efe adamın köpeği de efe olur. At sabına(sahibine) göre kişner derler. Sahibi yemini, terbiyesini verirse, yolda bırakmaz, huysuzluk yapmaz. Bi çocuğun babası da iyi terbiye verirse o çocuk hiç bi ahlaksızlık yapmaz,kimsenin üçünde beşinde gözü olmaz, işini yapar, arkana bakmazsın. "

" Halilin ninesi Fadime Ömer oğlu deden(in) enikle(ri) ne çekişmiş(bağırıp korkutmuş) bir kaç kere. O da senin kırdığın yumurtalar kırkı geçti gali(artık) demiş,bağırmış çağırmış. Düriye halan da çocu(k) muş daha,  vermiş taşı garıya, evine zor kaçmış koca Fadime. "

" Rahmetli Marem deden de hem öksüz hem yetimdi. Ama hiç bir şeyden korkmazdı. Ömer oğlu deden yetiştirdi onları öyle. Rahmetli hiç eme(ği) ni sakınmazdı. Onun gibi çalışan adam yoktur. Şimdi bak çocuklara; it ite buyuruyor, it kuyruğuna. Çok arkadaşlık yaptık rahmetliyl(n) en. Gurda neden ensen kalın demişler; kendi işimi kendim yaparım da ondan demiş. Hiç eskilere üzülmezdi. Kırk köhün(küfe) kırk harar,herkes kendi menfaatini arar derdi. Hacer ninende hiç emeğini sakınmaz bak. Ganı(karnı) ağrıyanda, başı ağrıyanda gider, doğuracağı olan da. Hiç görmen(zsin) aman benim de işim var dediğini. Gayı (artık) yaşlandı tabi. Ama sen bakma öyle onun bağırıp çağırdığına. Allah razı olsun diyene koşar. Yokluğu gördük çünkü biz. Nerde böyle bolluk, ah Mehmet ah. Aha bu gara le(a)stikler geleli daha 10 sene oldu. Bak şimdi garılar onu bey(ğ) enmiyor da beyaz istiyor. Şehe(i)rde görüy(orsun)on tıkıdık tıkıdık dolaşma(ya) meraklı alem. Alışmış hampadan(bedavadan) para kazanma(ya). Çarık yap(a)ca(ğı)m diye deri peşinden koşmayan ne bilsin kara lastiğin gıymatını."

Bunların içinde babaannemin de söylediği atasözleri vardı. Ama bazılarını o gün ilk defa duymuştum. Onlardan da bahsetmeden olmaz. Mesela yardım etmek ve tecrübe kazanmak konusunda"Her işin bir yolu vardır, yoğurt yemenin bile. İşten kaçan keçi sağmasını da bilmez, tarhana çorbası yapmasını da bilmez. Yaptığın başkasınaysa öğrendiğin kendine" derdi. 

" Bilmediğini de soracan(soracaksın), danışan dağları aşmış, danışmayan düz yolda şaşmış. Yerine göre alçak gönüllü olucan. El öpmeyle dudak aşınmaz. Ama efelik yapmayla da  orakçı bulunmaz. Sen aleme gidersen, alem de sana gelir. Her şeyin bir zamanı vardır. Zamanında yapmazan atı alan Üsküdarı geçer, sen de arkadan bakarsın. Havlayan köpek sürüye gurt getirir. Ama yapılacak işler gayret ister,ustalık ister, soy ister, asalet ister. Katranı kaynatsanda olmaz şeker, cinsi bozuksa gider cinsine çeker. Çalışana Cenabı Rabbim her zaman verir. Çoban isterse tekeden süt çıkarırmış. Yeterki istesin. "derdi. 

Hatırladıklarım ;

 Para akıl öğretir, giyim yürüyüş öğretir, fazla mal azdırır, fazla yemek kızdırır. Allah az verip ezdirmesin, çok verip azdırmasın. 

Biraz işten artar, biraz dişten artar. Kazandığını yiyen bir şey yapamaz. İş bilenin, kılıç kuşananın. 

Baharda çapa yapmayan kışın pekmez yiyemez. Yazın dama buğday koymayan, zehmeride değirmenciye un dilenmeye gider. Çırayı önceden hazırlamadıysan, yağmurda çıra aramaya gidersin. 

Yumurtanın sarısı, adamın karısı, canının yarısı. 

Bunlardan başka günlük hayatta sıkça kullanılan tam yerinde argo bazı sözler de vardı ama onların unutulması daha iyi olur diye düşünüyorum. 


ELEKTRİKLİ DEĞİRMEN

Babam kırmızı kamyonla ova köyler, Umurbey gibi Bursanın dört bir yanındaki çiftçilere ve çiçekçilere gübre sağlıyordu. Köyde gübreyi dolduracak eleman ve gübre sıkıntısı olmadığı için sistem çok güzel işliyordu. Ancak aldığı büyük Üniversal traktör de bu işi yapabiliyor, üstüne harman ve çift sürmek, ovada ayva ve şeftali sökmek gibi ekstra işler de yapabiliyordu. Bu yüzden kamyonu sattı ve köyün üst başında, hem ev hem bahçesi olan bir ev aldı. Buranın bahçesine elektrikli bir değirmen ve ahır yaptırdı. 

Değirmene başta hem köyden hem komşu köyden gelenler oluyordu. Ancak sirkülasyon yetersiz olduğu için, daha sonra da köydekiler de beyaz ekmeğe geçtiği için verimli olamadı. Bir süre hayvanlara kırma ve ezme yapmak için kullanıldı. Ancak çoğu kişi hazır yem aldığı için bu da fazla bir talep görmedi. Yavaş yavaş kapandı. 

Kamyonu Hüseyin dayım aldı. Bursa'da kamyonculuk yapan Çikin Alisi de otobüs alarak uzun yıllar köylüleri şehre taşıdı. 

        TRAKTÖR TERS DÖNDÜ

Abim Cevizlikteki tarlayı traktörle sürüyor, babamla ben de çıkan taşları kenara atıyorduk. Tarlanın yeri taşlı olduğu için bu hemen hemen her yıl tekrarlanan bir işti. Abim üst başta meyilli yeri sürerken birden traktörün yana doğru havaya kalkarak ters döndüğünü gördüm. Oradaki uzun taş ön tekerin altına girerek dönmüş ve traktörün devrilmesine neden olmuş. Allahtan abim uyanık davranmış ve üst tarafa doğru atlayabilmişti. Traktörün sadece hava filtresi kırıldı ama bize yaşattığı korku yetti. 

Traktörü başka bir traktöre bağlayıp kaldırırken ip koptuğu için bir kere daha yere vurdu. Ancak ikinciye çift katlı bağlıyarak kaldırdık. Traktörde önemli bir hasar olmadığı için çalıştırdı ve ertesi gün Gürsu da tamir ettirdi. 

Bu traktörün parçalarının ucuz olması ve güçlü olması artılarıydı. Babam gübre taşırken çoğu zaman iki römork bağlıyordu. Ancak sonradan akaryakıt fiyatları artınca yerli olanlara göre ikinci el değeri  yarı yarıya düşük kaldı. Harman sürerken akşam olduğunda bu 80 litre yakarken diğerleri 55 litre yakıyordu. Hatta sonradan çıkanlar 35 litreye kadar düştü. 

Buna benzer tehlikelerin yaşanması sıradan olaylardandı. Dayımlar Barak Fakih köyünün üst tarafında meradaydı. Dayım babama iki yıllık gübre var ama traktörün kepçesiyle indirmek lazım demiş. Babam lastikle frenleriz deyip römorku doldurttu. Bir kaç defa yuvarlanma tehlikesine rağmen römorkla indirdi. 

Bir defa da Umurbeye iki römorkla giderken durmak zorunda kalınca römorklar traktörü geri çekmeye başlamış. O gün muavin Kostak Mustafa dayıymış, arkadan bir odunla takozlamış ve durabilmişler. 

Gübre doldurma işi uzun süre köydeki sürekli yevmiye işlerindendi. Herkesin yapabileceği bir iş değildi. Günde iki kamyonu doldurup boşaltabilen vardı. Bu kişilerin yevmiyesi de yüksek olur ve öncelikle tercih edilen kişiler olurdu. 

KADASTRO ALDIRMAZLIĞI, KURNAZLIĞI, DIŞKAYA'DA ARSA OLURMUYDU! 

Köy muhtarı Kara İsmellen Hüseyine kadastro geleceği ve eskilerden tarlaları bilen birilerinin ayarlanması söylenmiş. Kele Alisi, Uzun Irza, Zebil Mürseli, Kazım ve bir kaç kişi daha bilir kişi seçildi. Ancak köylüler tıpkı bu mera gibi tüm tarlaların da kendilerine ait olduğundan çok emindi. Nasılsa bu dağlarda herkes herkesin tarlasını biliyordu. Memurlara ilgi göstermediler. Muhtar yemek veren birilerini bile zor buluyordu. Feyzi dayım gibi bazı kişiler de oğlak kesip memurları tarlada kebapla karşılıyordu. Tapular, ilgilenenlerin direk üzerine çıkarken, ilgilenmeyenlerin büyük dedelerinin üzerine çıkmıştı. Hatta hafif bayır yerlerim çoğuna tapu da çıkmadı. Mesela dedelerinden miras olan tarihi değirmenin olduğu, içinde 100 yaşında cevizlerin olduğu dümdüz yere bile tapu verilmediği öok sonradan anlaşıldı. Bunun sebebi memurların hazineden ve ormandan prim almasıymış. O zamanki devlet aklı buralarda bu iş yaparsanız para kazanırsınız demedi. Hadi bu olmadı, meranızı iyileştirelim bile demedi. 

Kadastro memurlarının Harmanlar tarafına gittiği gün babam Hotanlara çalışmaya gitmiş.  O günkerdeki 3 günlük çalışması 30 dönüme yakın eksik tapuyla sonuçlandığını ve oralara da Hazinenin geleceğini 20 yıl sonra anlamıştı. Mesela Cevizlik mevkiindeki rahmetli dedemin açtığı, yanları duvarla örülü, taşının temizlenmesi yıllar alan düz yerleri, koskoca değirmen yeri tarlasını bilir kişiler keçiler buradan su içmeye iner diye tapuya kaydetmemişler. Traktörle sürülmüş olduğu görülen bayır ve köy tapulu kısımların çoğuna  da tapu vermemişler. 20 yıl sonra  dava açınca da Hazineden TOKİ'ye geçmiş olduğunu öğrendik. Hazine avukatının esasdan reddini istemesi, sanırım 10 yılı geçti maddesi, yeterli oldu. Hakim uzun süre oyaladıktan sonra, şahitlere, ortadaki 70 yıllık örülü duvarlara, içindeki cevizlere rağmen yeterli delil olmadığından, esasa aykırı olduğundan temyiz yolu açık olmak üzere davanın reddine karar verdi. Temyiz de temyiz yolu açık olmak üzere onaylandı. Rahmetli babamın sonucu görmeye ömrü yetmedi.

 Ancak o arada Harmanlar mevkiinde TOKİ'nin arsa oluştururken tarlaların yerinin değiştirdiğini yıllar sonra öğrenebildim. O zaman düz yerlerin üçte biri arsa, üçte biri yol, üçte biri belediye hizmet alanı olarak tapulandığını, düz yerlerin TOKİ'ye, bayırların köylülere verildiğini duymuşdum. Tabi içinde ceviz ekili tarlanın, üstelik arsa alanı dışında ,yeri nasıl değiştirilebilir, bunun mantığı nedir, hala anlayabilmiş değilim. Tapuları arsa olan bir alan bu kadar yıldan sonra hala tarla olarak duruyor. Rahmetli babam ovada Karahıdır kanalı boyundaki 6 dönim tarlayı satmış ve o parayı ceviz tarlası yetiştirmekte  kullanmıştı. Hortumlar, yapay kuyular, taşıma sularla güç bela yetiştirmişti. Şimdi cevizlerden bir kısmının tapusuz alanda olması, çeşitlerin veriminin düşük olması ve su olmaması nedeniyle hiç ziraatçi iştahı kalmadı bende. Neticede hem bana hem ülkeye zarar, kaynak israfı oldu. Köyde buna benzer başka hikayekerde var. Mahkemeler hep redle sonuçlandı. 

Ben  tatilde köye geldiğimde kahvede bir dönümü anlatmak için 10 metreye 100 metre ve 33 metreye 33 metreyi anlatmaya çalıştım, ancak orası 3 kilelik tarla, tapusu var demekle yetindiler.

 En büyük sorunlardan biri de köyeki evlerin çoğunun çok mirasçılı olarak tapulandırılmasıydı. Şimdi 5 metre hissesi olan kişilerin sayısı oldukça fazladır. Bu problemin çözümü giderek zorlaşıyor. Çünkü hisseler kişilerin gelip imza vermesine değecek miktarın altına düşüyor. 

Bu sürecin sonucunda hem köy nüfusunun hem hayvan nüfusunun azalma eğilimi hızlandı. Günümüzde kurbanlık işi yapanlar da olmasa hepten boşalırdı herhalde. Bugün yeni şeyler söylemek lazım cancazım sözü aklıma geldi burada. 

TÜRKİYE, BURSA VE GÜRSU DIŞKAYA BÖLGESİNE KENT PROJE ÖNERİLERİ

Günümüzde köydeki yörükler ve hayvancılık yapan aileler 30 civarına düşmüştür. Bu saatten sonrası için bu arsaların köylülerin elindeyken değerlenmesi, onlara verilen bayır yerlerde de yapılaşma başlaması onların zararlarını azaltacaktır. Bundan hem köydeki, hem şehirdeki arazi sahipleri faydalanacaktır. Araziler köylüden çıktıktan sonra değerlenirse bu kayıpların telafisi olmayacaktır. 

Bunun yolu köyün Karahıdır tünelinden otobana bağlanması, yoldaki virajların azaltılması, taş ocağının yeni kısa yol yapılabilecek şekilde çalıştırılması, yeni ulaşım araçları vb bölgeye ulaşım süresinin azaltılmasıdır. Bu önlem Bursanın sağlam zemine taşınmasına zemin oluşturacaktır. Yolun kısaltılması Güriçi bölgesinde sanayi bölgesi oluşturma imkanı verecektir. 

Kestel'den Karahıdır tüneline yapılacak çevre yoluyla uzak kuzey çevre otobanına bağlanması Bursa trafiğine de önemli nefes aldırır. Farklı noktalardan bu yola hızlı ulaşım Bursa trafiğini hızlandırmanın yollarından birisidir. Bu yolun sıkışan iki noktasında şerit genişletilmesi ve Mudanya kavşağında direk bağlantılar yeterlidir. 

Hem köyde, hem Bursada hayvancılığın karlı olarak devam edebilmesi için Yenişehir, Karacabey gibi verimli ziraat bölgelerinde yem bitkisi bölgeleri oluşturulması ile sağlanabilir. Koca çeşme bölgesinde baraj yapılması sulu tarıma imkan verebilir. Toprak ve iklim ziraat için uygun olmazsa bile bu barajdan faydalanmak mümkün olacaktır. 

Kırbayırı, bölgenin en muhteşem manzaralı tepesidir. Buraya yol yapılması, yörük çadırı, gözleme, yöresel süt ürünleri satışı vb ile bölgeye ticari kazanç, Bursaya da gezi noktası olulturacaktır. Kırbayırı gibi, Uludağ Zirve ve göller bölgesi gibi alanlar Bursanın turizm potansiyeli olan yerlerdir. Buralardan İsviçre ne kadar ve nasıl kazanıyorsa Bursa ve Türkiye'nin de o kadar kazanmak hakkıdır. Halen turistler Bursada yeterli harcama yapmadan gidiyorlar. 

Bursanın ve Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri de eski binaların kentsel dönüşümünün başarılmasıdır. Konut fiyatlarının düşmesi ve kentsel dönüşüm eski evlerin olduğu bölgelerde yatay mimari şartı esnetilerek dayanıklı, yüksek katlı, trafiğin yer altına alındığı, yabancılar ve geliri iyi olanların fazla evleri alarak finanse ettiği bir yöntemle hızlıca mümkündür. Bununla ilgili 2000 öncesi yapılaşma bölgeleri için özel kanun çıkarılmalıdır. Bundan sonra da şehirden uzakta yerleşim yerleri planlanmalı ve verimli alanlardan transit geçen otoyol, metro vb gibi araçlarla hızlı ulaşım sağlanan mahalleler oluşturulmalıdır. Bu kanun yukarıda bahsettiğim hisseli tapu meselesini de çözmeli. 

ANNEM ANLATIYOR; KIŞ ERZAKI SEVKİ, MAĞARA YAŞAMI MACERALARI

"Garsak yerinde meredeydik(adaydık) . Hayvanların başında deden(bu n dilin arkasıyla söyleniyordu) inen buban vardı. Hava bozdu birez. Ninen gar yağarsa gidilmez, çobanlara erzak götüründe gelin İbra(hi) mınan dedi. A(k)şamdan tar(h) ana, bulgur, tatlı(pekmez), un, kepek godum, sabaha hazı(r) lladım. Erkenden çıktık aben(bu n dilin yan tarafıyla söyleniyordu!) inen. Obee(aya) va(r) dık. Buban siz hemen dönün, gar yığcak dedi. Bizi ata bindirdi öğlen geçel(r) ek. Sen biz yola çıkdıktan sona bi fırtına, bi fırtına. Yüzümüzü, gözümüzü kapa(ttı) dık ama at da neree gitceeni şaşırdı zatı(zaten). Şükriye'den geçerken bi garı siz neree gidiyosuz bu havada dedi. Gelin gurunun, ısının da öyle gidersiiz dedi. Gayı(gali, artık) girdik eve. Gonuştuunu da tam annamıyoz, gızına bi şeyler diyo amma, lazca hana(i) . Abende bi şey bilmiyo, güççücük çocuk, galaam borda ana diyo. U(o) arada garının gocası geldi, unun dedini anladık gali. Siz kimlerdensiiz dedi. Dedeni de bubanı da biliyoomuş, Marem benim sadıcım, bu havada sizi salmam, neree gitcesiz siz dedi. Kövden bizi arall(r) ar dedim ama eyiki galmışız. Sabalen fırtına durdu amma, Galdırımda gar atın boyunda, köve gelene gadar aşam oldu. U Şükriyeli bize gelin demiyemiş nolcamış bilmem gayı. Allah gorumuş. "

" Evelden(eskiden) hep meree(meraya) gidilirdi. Bi kere de Avdancık meresine gittik. Oba yapmıyam dediler, Gocaman bi inin(mağara) içine girdik. Ortadan daşdan köprü var, incecik, aşaa(ğı) düşenin ya bi yeri gırılır, ya ölür gider. Deden goça ekmek verel(r) ek cık cık etti. Goyunlar ip gibi yörüdü goçun peşinden. Doldurduk içeri çırpıyı, odunu. Yaktık ocaa(ğı-ateşi), aynı ev gibi bööle. Camları yok hana. Bi gün goyunun biri yandaki suya düş! Biz ge diyoz, u tersine gidiyo(r), ta öte başa gitti . Deden deynee(ği-sopa) batırdı, bu benim boyumu geçmiyo, altı daş havuz dedi. Biz aman buba dedik ama bizi dinler mi! Girdi suya, deynenen derinli(ği) ne baka baka gitti dee garşıya va(r) dı, goyunu suya bi attı gi(t) ssin. Gayı goyun yüze yüze geldi, arkadan kendi de geldi gayı. "

" Bi gün de Değ(ir) men deresinde(y) dik. Yo(u) kall(rı) da hava garardı. Bi de hemen yamaca (karşıya) geçe(li) m, sel gelecek dedik. Hayvann(l)ar geçtidi gayı, su çoğalmaa(ya) başladı ee(yi) ce. Sen ben daşa basaca(ğı) m derken bi düşem suya! Su beni aldı götürüyo(r). Hele bayı(bari) buban görmüş, bi kök geçti elime, geldi de zor aldı beni selden. "

" Eskiden yağmur duasına Pelit bunarı dedesine giderdik. Hava günlük güneşlikken yağmur yağacak diye yanımıza bir şeyler alırdık. Dedenin üstünde küçük çocukları yuvarlayıp ağlatırlardı. Çeşmenin ayağına çoraba koyulmuş toprak koyarlardı. Dualardan sonra hakketende yağmur bi bastırıdı, köve zor yetiştirdik" Artık arada veli birisi vardı da bunlarla gizleniyor muydu? İhlasla yapılan dualar mı kabul oluyordu? Yorumu size bırakıyorum. 

LİSE YILLARINDAN

Lisedeyken hocalarımızın bazıları kitap yazdılar ve öğretmenliği bıraktılar. Bunda o zaman öğretmen ve memur maaşlarının düşük olmasının yanı sıra çok başarılı öğretmenlerin varlığının da etkisi vardı. 

Mesela Süleyman hocamız Pratik Arapça kitabını yazdıktan sonra Baykal makine ile çalışmaya başladı. Firmanın Ortadoğuya açılmasına sebep oldu. 

Edebiyat öğretmenimiz Beşir bey Aşk Estetiği kitabını yazdıktan sonra Tercüman gazetesindeki köşe yazılarıyla da ünlü oldu ve İstanbula taşındı. O gün için Aşk Estetiği kitabı benim seviyemin üzerindeydi, zor bitirdim ama aşkın tarihini yazan çok kıymetli bir eserdi. Hocamızın her konuda notlar alıp, konulara göre ayırın, elinizin altında bulunsun  ve lafı dolaştırmadan söylemeyi öğrenin sözü çok kıymetli bir öğüttü. Bana söz verirken "evet ateşi dilden özge" diye söz verdiği için bugün bile Fuzulinin yalnızlığı muhteşem anlatan "Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge, ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı" (Ne gönül ateşinden başka kimse bana yanar,ne de saba rüzgarından başka kimse kapım açar) mısralarını ezbere bilirim. 

İngilizce öğretmenimiz Servet bey de turist rehberliği yapıyordu. Onun nasihatlerini de unutamam. Onun nasihatleri ile lise 2 nin yazında Pratik İngilizce kitabını aldım. Verdiği İngilizce 40 kalıp soru ve cevaplarını ezberledim. Koyunlar öğlende yatınca İngilizce çalıştım. O sayede İngilizcem diğer arkadaşlarımdan daha iyi hale geldi. Bugün yabancı kaynakları takip edebiliyorsam onda bu nasihatinin etkisi büyüktür. Yine onun nasihati ile Lise 3 ün yazında çözümlü üniversitiye hazırlık soruları kitabını aldım. Yine o yaz öğlende koyunlar Gürgenlikte yatarken ben o kitaba çalışarak arkadaşlarımdan daha yüksek puanlar aldım. 

O zamanlar dershaneye gidilirdi. Ben de İstanbul dersanesine gittim. Orada birinci sınavdan yüksek puan alınca beni yıl ortasında fen-matematik bölümü sınıfına kaydırdılar. Bundan sonra o sınıfa ayak uyduramayınca puanım nisbeten düştü.

Tercihleri gösterdiğim türkçe öğretmenimiz Ankara Hukuk Fakültesini sonra görünce bunu neden sonra yazdın dedi. Ben de fen puanım yetmezse eşit ağırlık puanıyla buraya yerleşirim dedim. O da sesini çıkarmadı. Sınavda eşit ağırlık puanım çok yukarıda gelmesine rağmen hayatımı yönlendirecek yeterli fen puanını da aldım. Tercihler baştan yapıldığı, gıda  mühendisliğinin geleceğin mesleği olduğu ve Mehmet arkadaşımın çok hukukçu var sözlerinin etkisiyle son fen tercihim olan gıda mühendisliği bölümüne yerleştim. Öyle olma sa belki de ekonominin hem üretim,hem kalite kontrol, hem sevkiyat, hem pazarlama, hem muhasebe, hem de halkla ilişkier bölümünde çalışmamış ve piyasanın her katmanından haberim olmamış olacaktı. 

Okuldayken çok dindardım, kaza namazları kılıyor, tefsir ve fıkıh konusunda kendimi geliştirmek için her türlü kaynaktan faydalanıyordum. Hatta bu durumu takdir etmek amacıyla hafız olan bizden yaşça büyük Ahmet arkadaşımız arkadaşlar size bir şey söylemek istiyorum dedi. Sınıfca dikkat kesildik ;"Peygamberimiz dünyaya geldiğinde bir takım işaretleri vardı. Mehmet arkadaşımızın da yüzünde hilal şeklinde üç beni var. Allahü alem, belki de kendisi ülkemizi sıkıntılarından kurtaracak kişi olacaktır, ben o nuru kendisinde görüyorum" dedi. Ben çok şaşırdım Ahmet arkadaşımızın bu iltifatına. Ben, Süleyman, Ali, Mehmet gibi bir kaç kişi peygambere benzetilmenin hata olacağını söyledik. O muhabbet de orada bitti. Ancak üniversiteye girdikten sonra hem entelektüel, hem sosyal, hem de dindar olmayı birlikte yürütmenin ikilemlerini yaşadım. Sadece cuma namazı kılıyor, eğlence ortamlarını da kaçırmıyordum.Hala da kendimi çok dindar görmüyorum. Belki muhafazakar, idealist, eskinin üstüne yeniyi koymaya çalışan ama toplumun tüm kesimini de kucaklayan, ayrım gözetmeyen biriyim diyebilirim. Ancak Dijital Planlı Ekonomi Sistemi konusundaki blogu açtıktan sonra bazen acaba dediğim oluyor. Çünkü Ahmet'in bana dediği sen veli olacaksın, cennete gideceksin değildi. Buna, o anda biz öyle anlam yüklemiştik. Ya ülkemizi kurtaracak sistem buysa? 

O yıllardan en çok sevdiğim bölümlerden biri de laboratuvardı. Beş kişiye bir mikroskop düşse de soğan zarını, küfleri, bakterileri görebilmek, kimyasal deneyler yapabikmek, buharlı trenin maketinin ispirto ile çalışmasını incelemek büyük ayrıcalıktı. 

ES KOÇ YİĞİDİN BAĞRINA FIKRASI

Bu fıkrayı Yusuf Ziya hocamız anlatmıştı. İnsanın bazen duruma göre düşüncelerinin farklı olabileceğini mizahi bir dille anlatıyor. 

Eskiden delikanlının biri sonbaharda akşama doğru yola çıkmış. Yolu vadiden tepelere doğru geçiyormuş. Delikanlı vadideyken rüzgar ılık ılık esiyormuş. Delikanlı pirmon mintanın(ince gömlek) üstteki düğmelerini açmış ;"es goç yiğidin bağrına es" diyerek yola devam etmiş. Derken tepelere çıkmış, rüzgar da soğuk soğuk esmeye başlamış. Delikanlının yanında da ne ceket ne de üstüne alabileceği başka bir şey yokmuş. Delikanlı üşümeye başlamış , buz gibi soğuk rüzgarı iliklerinde hissediyormuş. Pirmon mintanın düğmelerini kapamış ama hiç fayda etmiyormuş, bu defa az önce es goç yiğidin bağrına diyen delikanlının, titreyerek "sen de buldun garibi esersin" sözleri dökülmüş ağzından. 


KÖYDE BAKKAL YOK

Köydeki alt meydanda tahtadan küçük bir büfe vardı. Bu büfenin yanında da demir kızdırmak için (belki kaynakdır, emin değilim) bir körük vardı. Önce bakkal oradan taşındı, sonra o körük de oradan kayboldu. Bakkalı başta rahmetli Canip dayı(babaannemin kardeşi) işletiyordu. Çok az şey satmasına rağmen her zaman açıktı. Canip dayım öldükten sonra bakkalı kimin işlettiği belli olmuyor, bazen Hanım yenge, bazen Recep, bazen Canip, hatta o zaman küçük olan Şaban ve Raşit bile tezgaha geçebiliyordu. 

Biz Recep, Caniple beraber inekleri güderken (otlatmak için meraya çıkrmak) bize bir sigara merakı geldi. Önce argıç kabuklarından sarıp tüttürdük. Sonra Recep bakkaldan gizlice Maltepe sigarası getirmeye başladı. Sonra birgün Canip cebinde iki tane 50 lirayla gelmiş, birini bana verdi. 50 lira da büyük paraydı. Ben daha ilk günden yakalandım. Hacer ninem nerden buldun bu parayı, çaldın mı" diye beni sıkıştırmaya başlayınca iş ortaya çıktı. Annem parayı götürüp durumu anlatınca Canip tokadı yemiş Hüseyin dayımdan. Başkalarına da verdimiydi, herkes kendi cebinemi atıyormuydu bilemiyorum tabi. Zamanla diğer bakkallar gibi büyük marketler onu da vurdu. Köyde insan azaldığı için ciro da düşmüştü. Sonrasında köy bakkalı da açılmadı. Hatta kahve bile köy kahvesi olarak ancak ayakta kalabildi. 


KÖYLER ARASI SU SAVAŞLARI 

Dışkayanın meraları  padişah fermanı ile belirlenmişti. Merası Ericek köyünün bir kilometre yakınına kadar uzanıyordu. Ancak bu tapunun  80 lerdeki bir kanuna istinaden resmi kayıtlara geçirilip, yenilenmesi gerekiyormuş. Bu işlem yapılmadığı için Ericek ile davalı olan Soğucak mevkii Dışkaya aleyhine sonuçlandı. Ericek küçük bir köy olmasına rağmen buraya baraj da yaptırmayı başardı. Bu barajdan şimdi hem Gürsu Adrenalin Park hem de Ericeğin su ihtiyacını gidermek için faydalanıyor. 

Ericek bundan önce de Ulubunardaki suya talip olmuş, Dışkayanın karalı tutumu ile sonunda bu su elektrikle de olsa Dışkaya'ya ulaştırılmıştı. 

Ancak bundan sonra da Hallik suyuna Seçköy, Selçukgazi; Değirmendere suyuna da Baraköylüler talip oldu. 

Baraköylüler bizim bu suya ihtiyacımız var. Biz bunu siyasi baskıyla çözeriz. Ancak iki köy arasında husumet olmasın. Biz size belediyenin 20 kişilik otobüsünü verelim, sudan iki parmak alıp depoya aktaracağız, kalanı zaten derede duruyor, anlaşalım demiş. Barak Fakih o zaman belediyelik bir kasabaydı. Bizim köylülerden onların merasında hayvan otlatanlar vardı. Sonuçta anlaşma kabul edilerek yarım otobüs köye geldi. Suyun önemli bir kısmı Barak Fakihe akmaya başladı. Daha sonra muhtar Değirmen deresinin tapusunu çıkarmamış, suyu satmış vb dedikodular çıktı. Ancak bu olay tapulamadan on yıl sonra olmuştu. Değirmenin varisleri mahkemeye gittiler ancak uzun bir süreçten sonra dava düştü. Çok daha sonra köyler büyük şehir yasasına tabi olup, İpekyolu mahallesi kurulunca kalan suda tepeye basılarak, oradaki depodan içme suyu olarak dağıtıldı. Köy suyunu da Buski vermeye başladı, biraz düşük bir tarifeyle şehir gibi ücretli hale geldi. 

Rahmetli Metin'in muhtarlığında Hallik suyunu getirmek için DSİ den iş makineleri ayarlandı. Ancak devlet, iş makinesi resmi olarak vermediği, araya hatırlı siyasetçileri girmesiyle tahsis edildiği için, mazot masrafları köylüler tarafından karşılanacaktı. Başlangıçta suyun çeşmeden 50 metre yukarıdaki taşın dibinden çıktığı, buranın kazılmasıyla buradan suya ulaşılacağı, böylece Harmanlar mevkiine pompa gerekmeden ulaşacağı varsayıldı. Ancak kazı günlerce uzayıp suya ulaşılamayınca maliyetler çok yükseldi. Toplanan paralar da bitmişti. Ancak köydeki bazı kişilerin para toplanır, köy adına matta alırız gene masrafı çıkarırız, makine gelmişken bu kadar madraf olmuşken bırakmayalım vb söylemlerine inanan muhtara büyük bir borç kalmıştı. Arkasından suyun da derine kaçıp suyun çıkarılamamasıyla hayırsever desteği de kesilince borç ödenememişti. Köyde Metin'e paraları çaldın, o kadar para nereye gitti diyenlerle tartışmalar oldu. Daha sonraki dönemde Metin iflas etmiş dediler. Artık bu olayla alakası var mı yok mu bilemiyorum. Bu su da daha sonra başka köylere taşındı. 

Şimdi köy muhtarı Gürol Koca derenin altına baraj için dilekçe vermiş, onu yaptırmaya çalışıyor. Daha önce bu proje onaylanmış, ödenek çıkmış, ancak ödenek başka yere kaydırılmış diyor. Sonuçlarını bekliyoruz. Olursa bölgeye faydası olacaktır tabiiki. 


ÇOBAN KEMALİN KÖYÜ TERKEDİŞİ

Daha önceki bölümlerde zehirli aşk bölümünde ölen Mahmut Mustafa'sının kardeşi hanifenin Ağlaşanda çobanlık yapan kıbrıs gazisi Samsunlu Kemal ile evlendiğini söylemiştim. Kemal zamanla köyden biri gibi olmuştu. Her gün 30 bardak zehir gibi çay içiyor diye duymuştum. Çocukları da olmamıştı ancak geçinip gidiyorlardı. 

Bu arada Aptıraman'ın Celil de özürlü oğlu Halile doğudan gelin getirmişti. Gelin de köye alışmış, komşulara gidip geliyordu. Halilin giyimi düzelmişti, temiz geziyordu. Ancak Halil'in konuşması nasılsın, oraya gittim, buradan geldimden öteye geçemiyordu. Yeni gelini babaları başlık parası almak için göndermişti. Halili kendine denk görmüyormuş. Bunu sonradan iyice anladık. 

Tuhaf haber köyde çabuk duyuldu. Kemalle evli olmasına rağmen, yine evli ve kendinden küçük gelinle kaçmıştı. Uzun süre haber alınamadı. Faha sonra avukat vasıtasıyla Hanife'den boşandı. Hanife komşu köyden biriyle evlendi. Allah adeta yaşadığın acıları unut, hayat devam ediyor dercesine ona bir oğlan verdi. Huzur içinde yaşıyor. Kemalin akıbeti ne oldu bilmiyorum. 


UZUN YAŞAMLA İLGİLİ MAKALEYİ OKUDUKTAN SONRA BUNU DIŞKAYADA ARADIM

100 yaşına kadar yaşamanın sırrı ne?

Bu gün CNN deki makalede İtalyada 

 bir köydeki ailenin beslenmesini ele almış. 100 yaşını geçmenin sırrı Akdeniz tarzı beslenme  tarzı olabilir demiş. Halbuki tibetlerde, başka dağlarda da hiç hastane görmeden yüz yaşına kadar yaşayanlar var. 

  Bunlar nasıl beslenmiştir, nasıl bir yalam sürmüştür diye merak ettim. 

Benim bulduğum yiyecek listesi çok sınırlıydı ;

Ne yemişlerdir? 

Ekşi mayalı fırın ekmeği (kara değirmen unu) 

Külde boçça(arasına peynir koyularak pişen ekmek) 

Kuru peynir (tulum) 

Katık (Süzme yoğurt), ayran, doğal yoğurt

Süt, kaymak, karında tereyağ 

Ağız (yeni doğan ineğin sütü) 

Tarhana çorbası

Erişteli, soğanlı bulgur aşı

Hamur ;tam buğdaydan, yumurta ile yoğurulup pişirilerek, üstüne peynir veya yoğurt döküp, tereyağı eritilip yenen taze makarna. 

Bulgur pilavı, bulgur aşı 

Nohut

Kuru fasulye, barbunya

Zeytin

Turşu, doğal sirke

Salça çok az

Soğan, sarımsak çiğ ve pişmiş

Kaçamak ;mısır ununun haşlanmış, kaşıkla bölünüp tepsiye dizilmiş, peynirli yoğurtlu hali

Bal çok az, 

Pekmez (haftada bir matara) , başka şeker yok.

Yumurta

Don yağı

Kavurma (yağda kavrularak tencerede yada karında saklanan et) 

Balık çok nadir 

Dana, koyun, keçi, tavuk, kuş, tavşan eti

Mantar

Eşot(yabani çimen ıspanağı) , ebe gümeci, kaldırayak, tere, gelincik otu, yabani semiz otunun yemekleri... yeşillikler

Ceviz(lokum olarak özel günlerde) , 

Fındık çok az. 

Kızılcık

Erik, ayva, elma, dut, incir, üzüm ve kurusu

Ihlamur, ayva yaprağı çayı

Domates, salatalık, karpuz 3 ay


Seçenekler çok az sanki?

UZUN YAŞAMA ETKİ EDEBİLECEK FARKLAR KONUSUNDAKİ GÖZLEMLERİM

Açık ve temiz havada yarı güneş yarı gölge ortamda hergün geziniyorlar.

Başlarını şapka veya bez ile örterek tarlada çalılıyorlar. 

Orak biçmek, odun kesmek,kazma kazmak, hamur yoğurmak, bulgur dövmek, çamaşır yıkamak gibi sürekli fiziksel hareketleri var. 

Emeklilik olmadığı, evde herkesin bir görevi olduğu için hem bedenen hem ruhen oyalanacak meşguliyetleri var. 

 Her gece düzenli olarak uyuyorlar. Yazları erken yatıp erken kalkıyorlar. Yoğun sezon hariç öğlen biraz kestiriyorlar. 

Küçük de olsa problemleri var ancak stresle başa çıkmayı biliyorlar. Allaha dua edip, inanıyorlar, sığınıyorlar. 

Komşular, torunlar ve aile bireyleri ile birlikte hoşça muhabbet edilen proaktif, karşılıklı etkileşim olan, bir yaşam tarzı var.

Alçak gönüllüler, mutlu olmayı, nükteyi ve eğlenmeyi seviyorlar. 

Kadınlar ve erkekler kendi aralarında sık sık sohbet ediyorlar. Yaşlılar tek bile olsa ziyarete gidiliyor. Erkekler cami önünde sosyal ortam oluşturuyor. 

Dini inançları sayesinde mevlit, hayır yemekleri gibi sosyal faaliyetlere katılıyorlar. Namaz kılıyorlar. 

Az yemek yiyorlar. Abur cubur veya işlenmiş gıda yemiyorlar . 

Güne içine tam buğday ekmeği doğradıkları sütlü tarhana çorbası veya et suyu çorbası ile başlıyorlar. 

Suyu direk kaynağından içiyorlar.

 Ebegümeci, eşot (yabani çim ıspanağı), kaldırayak, gelincik otu gibi organik yeşillikler; serbest gezenden elde edilen hayvansal protein(koyun, keçi, tavuk, dana eti çok az; kuru peynir, yoğurt, yumurta); bitkisel protein ve baklagiller (mantar, nohut, fasulye, tam buğday ekmeği ve mısır unu) tüketiyorlar. 

Tam yağlı sütten yoğurtla, sirke, turşu ve diğer probiyotik gıdalarla besleniyorlar. 

Tereyağını ve hayvansal yağı eksik etmiyorlar. Hareketli oldukları ve az yedikleri için bu onlara enerji ve vitamin oluyor. 

Kara değirmende öğütülen tam buğday unu, hatta kara buğdaydan elde edilen undan ekmek, bulgur aşı ve her türlü hamur işi tüketiyorlar . 

Dalından ve kuru olarak erik, kızılcık, böğürtlen, üzüm, incir, elma, alfat, dut, fındık, ceviz gibi gıdalar tüketiyorlar. 

Rafine şeker tüketmiyor, pekmez tüketiyorlar.

Ihlamur, ayva yaprağı çayı içiyorlar. 

Her türlü antibiyotik, ziraii ve kimyasal atıklardan uzak bir yaşam sürüyorlar. 

Genetik sağlamlık yanında yeterli beslenme bunlarla sağlanabiliyor ve uzun yaşam için yeterli demek ki. 

Burada gen demişken şunu da belirtmek isterim. Genetik psikolojik sıkıntı yaşayan ailelerin kendileri gibi sıkıntılı kişilerle evlenmelerinden olan çocuklarında da benzer sorunlar yaşanma ihtimali % 50 civarında oluyor. Aşkın gözü kör derler ama bu kişilerin mümkünse bu riski dikkate alarak evlilik yapmaları kendileri için hayırlı olacaktır. 

                 SONSÖZ

 Bu eser bir köyde teknolojinin geliş sürecindeki olayları, kaybolmaya yüz tutmuş bir kültürü anlatmaktadır. Bu olaylardan herkesin çıkarması gereken dersler olacaktır. Gelecek kuşaklara türkün destanı olarak aktarılmalıdır. Beğenirseniz paylaşmanız yeterlidir. Okuyup zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. 


 

29 Temmuz 2023 Cumartesi

ACEMİ NALBANT GAVUR EŞEĞİNDE ÖĞRENİR Bölüm 3

  ACEMİ NALBANT GAVUR EŞEĞİNDE ÖĞRENİR                

                    BÖLÜM 3


KÜLAHAN (HAMAM) VE HACER NİNEMİN PRATİK ÇÖZÜMLERİ

Köy meydanında şimdiki çeşmelerin olduğu yerde üstü kapalı, kadınların su doldurduğu iki oluklu çeşme vardı. Onun alt tarafında da köyde külahan denilen eski bir hamam vardı. Hamamdan içeri girince bir oda, ortada üstten küçük camlar ile aydınlanan hol, holün kenarlarda kurnaları sökülmüş mermer hamam küveti ve oturma yerleri, alt tarafta da karanlık, ürkütücü bir bölüm vardı. Saklambaç oynarken, su doldurmaya gelen Hacer ninem oraya girdiğimizi görünce "oraya girmeyin, kafaa(nı) za kiremit düşer"dedi. Ben de" düşmez ki, kiremitler üstte bak" dedim. Hacer ninem hemen kalıcı çözümü buldu;"Oranın alt tarafında cinler, periler var, topal İbra(hi) mın dedesi ordan sesler duymuş, u(o) ndan keni(sonra) bir daha hamamı kimse yakmamış, çarpılırsınız ore(oraya) girerse(ni)z " dedi. Bu sözden sonra bir daha hiç girmedik. Hamam yavaş yavaş göçmeye başladı. Sonrada yıkılarak yerine şadırvan yapıldı. Geriye hiç bir iz kalmadı. Onun alt tarafındaki teneşir koyulan yerde sonradan yıkılarak tuvalet yapıldı. Misafirlerin kaldığı odanın altındaki buğday kesmik ayırma makinesi de harman makineleri çıktıktan sonra işlevini tamamlayarak tarihteki yerini aldı. 

Hacer ninem bundan bir kaç gün önce de benim tırnaklarımı kestikten sonra makası (tırnak makası yoktu) kapatmadığımı görünce "makasın ağzını kapa(t)ma(z) san koyunla(rını) zı gurt yir(yer) bak" demişti. Bundan sonra makası hep kapalı olarak koydum rafa. Bazen çocuğa özel çözümler bulmak bin belayı defedebilir diyebiliriz. 

KIBRIS SAVAŞI KÖYDE NASIL KARŞILANDI

Fahrettinin öğretmen okula gün öncesine ait gazeteyi getirdi. "Şu anda Kıbrısta Yunanistan ile savaşıyoruz, tanklarımız, askerlerimiz gemilerle Mersin'den Kıbrıs'a geçti" şeklinde açıkladıktan sonra gazeteyi ön sıraya koydu ve sırayla bakın dedi. Daha önce gazete okumuşmuydum, onu bilmiyorum ama o gazeteyi dikkatle okumuş, tank ve uçak resimlerine hayranlıkla bakmıştım. 

    Akşam olduğunda cami önünde çocuklarla oynuyorduk. Koca Ömer kahveci karakuş Halil'e;" Kıbrısta savaş çıkmış. Uçaklar ışığı görürse köye de bomba atar, lüküsü(tüple aydınlatma) söndür" dedi. Aralarında konuştuktan sonra kapatmaya karar verdiler. Ben de kenardan bunu duyunca"bu kadar küçük ışığı nasıl görecek, Bursa varken burayı nasıl görecek" dedim. Bana "sen anlaman o işlerden, askere git öyle konuş" deyip gülüştüler. 

O günkü teknoloji ile bu mümkün değildir herhalde ama tedbirlerimizi aldık vesselam. Sonradan  savaşın Türkiye'nin galibiyeti ile bittiğini ve bizim köyden de Memişoğlunun Memişin oğlu Nizamettin'in o savaşta olduğunu öğrendim. 


        ORTA OKULA VE PANSİYONA KAYIT HİKAYESİ, KÖY HATİMLERİ

Köyümüzün önceki imamı Ömer hoca eski usulde eğitim görmüştü. Köydeki gençlerin hepsine, gerekirse zor kullanarak, arapça kuran okumayı öğretirdi. Tedrisatından geçen öğrenciler namaz surelerini, 32 farzı, büyük ve küçük günahları öğrenirdi. 

Şimdi onun yerine genç, billur sesli, hafız, bekar, imam hatip lisesi mezunu yeni bir imam gelmişti. Bunun sonucunda ergen genç kızları okutma işini ablam devam ettiriyordu. Ablam kendisi su taşıyamıyor ama öğrencileri onun yerine taşıyıveriyordu. Cuma günleri de sabahtan camiyi temizleme işine yine onlar devam ediyordu. Ablam da Ömer hoca gibi okutuyor ancak daha şefkatli olarak öğretiyor ve onlara hatim indirtiyordu. Köyde hatimler çok ciddi bir ritüelle yapılır, kızların ilk cemiyeti gibi olurdu. Büyükler teşvik amacıyla kıyafetler, altın, para ve diğer hediyeler alırdı. 

Erkeklere de yeni imam Yaşar hoca kuran okumayı öğretiyordu. Ben de kuran okumaya başlamış ancak hatim indirmemiştim. Bana hatim indirtmek Yaşar hocaya nasip olmuştu. 

Bu arada Yaşar hoca benim öğretmen lisesi sınavını kazanamadığımı öğrenmiş, babama beni imam hatip orta okuluna kaydetmeyi önermiş. Radyodan okullara kayıtlar başladı haberinden sonra beraberce gittik ve kaydımı yaptırdık. Ancak kalacak yer için gittiğimiz pansiyon müdürü Behçet hoca paralı yatılı öğrenci alacak yerleri olmadığını söylemişti. Bunun için uzaktaki kuran kurslarında kalacak yer bakacaktık artık. 

Okuldan çok düşünceli çıkmıştık, zira çözümün  ayağımıza geleceğini bilmiyorduk. Okulun alt tarafındaki Baykal makinenin önünden geçerken Hasan köyden Hüseyin abi bizi görmüş. "Şevket hayrola ne işiniz var buralarda, napıyon" dedi. Babam "oğlanı kaydettirdik ama pansiyonda yer yokmuş, İsmail Hakkı Tekkesine gidelim diyoz amma bu çocuk nası gelir ordan bilmem be sadıç" dedi.

Hüseyin abi "siz gelin oturun bakalım şuraya, size çay söyliyeyim, müdür beye bir soralım" dedi. 

O zaman okulun alt tarafında şimdiki Yıldırım Belediyesi ve bayrak alanı olan yer sanayi sitesiydi. Geçerken eritilmiş, kum kalıplara akan kızgın dökümleri görürdük. Bunlar şimdiki küçük sanayi dükkanı gibi dükkanlar olsada yolun karşısındaki dokuma atölyeleriyle beraber o zamanki Bursanın en önemli sanayi bölgelerinden biriydi. Şimdiki Baykal makinenin temellerrinin atıldığı yer orasıydı örneğin. Hüseyin abinin amcası da fabrika müdürüydü, o da burada ofis görevlisi olarak çalışıyordu. Yakın akrabası olmasına rağmen bize müdür bey olarak takdim etmişti. Sonradan anladım ki Baykal makine okulun imarında yardımlarda bulunmuş, hatta bahçede oturduğumuz bankları bile onlar bağışlamıştı. Biz çayları içtiğimizde müdür bey Fuat beyle görüşmüş, size Fuat bey yardımcı olacak dedi. 

Okula döndük ve Fuat bey bizi odasında karşıladı. Yaşar hoca;" Hocam, Mehmet kuran okumayı, namaz surelerini okumayı biliyor. Ancak kalacak yeri yok burada, siz yardımcı olabilirseniz size duacı olacağız" dedi. Fuat müdür de bana " ma'un suresini okuyabilirmisin" dedi. Beni dinledikten ve bir kaç soru sorup tarttıktan sonra; "Maşallah! Pırlanta gibi çocuk, böyle öğrencilere yardımcı olmak bizim görevimiz, Behçet hocamın yanına gidin, o size yardımcı olacaktır" dedi ve bizi oda kapısından uğurladı. Fuat bey orta boylu,yuvarlak yüzlü, hafif tombul, kibar, çok güzel İstanbul Türkçesi konuşan bey efendi birisiydi. Kendisi daha sonra ilahiyat fakültesinde öğretmenlik yaptı.

Biz pansiyon müdürü Behçet beyin yanına vardığımızda yüzünde bir panik havası oluşmuştu. "Nasıl olur, yerimiz parasız yatılı öğrencilere ancak yetiyor" dedikten sonra hararetle dahili telefondan Fuat beyi aradı. Fuat beyle konuştuktan sonra "müdür bey sizin kaydınızın kendi kontenjanından yapılmasını emretti" dedi. Babamın adını, ne iş yaptığını vb sorduktan sonra "Şevket amca! Bu pansiyonda kalan 400 den fazla öğrenci var, ama paralı yatılı öğrenci sayısı bir elin parmaklarını geçmez, fiyatı da yüksektir. Bu yıl bin beş yüz lira(emin değilim ancak bizim köye göre büyük bir paraydı, köyde beş dönüm tarla alınırdı herhalde o zaman , köyden bin yolcu parasıdır belki de), her sene de yenilenir, sen bunu ödeyebilecekmisin" dedi. Babam da "Behçet hocam, biz bi yola çıktık, bu çocuğu okutcaz, başka bırakabileceğimiz yerimiz de yok. Yanımda 500 lira ancak var, kalanını da perşembeye kadar ayarlarız. Allah bir zeval vermese seneye de galır burda. Sen yardımcı ol, gözetle burda" dedi.

Bu sözleri duyan Behçet beyin yüksek ve hızlı tondaki cümleleri birden bitmiş ve artık kayıt yapılacak yeni bir öğrenci ile karşı karşıya olduğunu anlamıştı. Böylece benim hem okula hem pansiyona kaydım yapılmış ve yeni bir hayata başlamıştım. Gerçekten de bir insanın kaderi bazen bir ahbapla, bazen bir sohbetle bazende yaşadığı yerin şartları ile çizilebiliyordu. Bu pansiyonda  fiyatların doksan bin olduğu lise 2 ye kadar paralı yatılı, lise 3 ve 4 de de parasız yatılı olarak kaldım.

PANSİYON YAŞAMI 

Okulların açılacağı cumartesi günü önce ikişer adet beyaz gömlek, fanilla,ve külot ve bir lacivert takım elbise alarak pansiyona geldim. Behçet bey beni bir görevliyle yatakhaneye gönderdi. Görevli müdürlüğün karşısındaki yeri gösterip ; "Burası yemekhane, sabah 7:30 da kahvaltı, öğlen 12:30 akşam 18:30 yemek saatleri. Saati kaçırırsan sonra yemek yok. Senin masa numaran 5. Bu kağıdı sana vereceğim. Alt katta da kantin ve televizyon var. Televizyon sadece hafta sonları açılır " dedi. İkinci kata geldiğimizde "bak senin sınıfın 1B, sağdaki ikinci sınıf, akşam mütalaada da 2F " dedi.  3. Kata çıktığımızda da sağ tatafı gösterip banyo ve tuvaletler burada. Sıcak su hafta içi sabah 5-6  arası, hafta sonu 6-11 arası akar, sen 3 numaralı yatakhanedesin" dedi. Yatakhane 12 çift katlı ranzada 24 kişi kalacak şekilde ayarlanmıştı. Koridora da boydan boya demir dolaplar dizilmişti. Görevli bana yatağımı ve dolabımı gösterdi, dolabın anahtarını verdi ve "yataklar her gün bu şekilde  yapılacak, buruşuk kırışık olursa ceza alırsın" dedi. Ben de anladım anlamında başımı salladım. "Bir de iç çamaşırlarına iğne-iplikle okul numaranı yaz. Her cuma bu sepete at, pazar akşamı da yıkanıp geri gelecek, buradan alırsın" dedi ve kağıdı bana verip gitti. Sonradan görevlinin bizim dönemde okulda öğrenci olan şimdiki Mimar Yavuzun babası olduğunu, bize sıcak su temin eden kişi olduğunu öğrendim. Süslü bahçenin üst köşesindeki, etrafı bahçe, en havalı evde kalıyordu. 

Ben erken geldiğim için çok az kişi vardı, çoğu kişi pazar ya da pazartesi geldi. İç çamaşırlarıma numaramı ve ismimin baş harflerini yazdım. Sonra bahçeyi gezdim. Ortada kocaman bir meydan, içinde valeybol sahası, daha alt taraftaki meydanda da basketbol sahası, onların yan tarafında da orta 3 ten itibaren sınıfların olduğu başka bir bina vardı. O binanın altında da ayrı bir kantin, üç tane de masa tenisi masası vardı. Sağ üst tarafta da süslü bir bahçe ve banklar vardı. Oraya çıktım ve bir süre oturdum. Hem okulu hem de üst taraftaki çift minareli camiyi seyrettim bir süre.

Sonrada ilk defa tabildot yemeği yedim. Üç masa öğrenci gelmişti daha. Çoğu da büyüktü. Masaya üç küvet yemek, 1 derin 1 kaşık kepçe, 10 kaşık, 10 çatal, 10 tabildot, ortaya da dilimlenmiş ekmek koymuşlardı. Bir kişi yemekleri dağıttı. Tabakların bir gözünde kuru fasulye, bir gözünde pilav, bir gözünde de yoğurt vardı. Yemeğin yarısına geldiğimizde sofra duası okundu. 

Yemekten sonra da abdest alıp camiye gittim. İki sıra merdiven çıkıp, mermer bahçeyi geçtikten sonra camiye girdim. 

Akşam namazından sonra ilk defa televizyon izledim. Televizyon en alt katta yüksek köşeye yerleştirilmiş ve önüne de tabureler dizilmişti. Bu gün serbest olduğu için çok rahat bir şekilde televizyon izleyip, tek başıma oluşumu unutmaya başlamıştım ki, üst sınıflardan biri televizyonu kapadı ve "hadi arkadaşlar camiye" dedi. Bugün o kadar önemsemediğim bu detay sonradan Filipper, Lassy gibi dizilerin en heyecanlı yerine denk gelince en çok canımı sıkan bir uygulama olmuştu. Yatsı namazından sonra saat 23:30 da yine televizyon kapandı ve yattık. Sabah namazından önce kapılara vurarak uyandırıldık ve sabah namazına gittik. Hafta içi de akşamları namaz aralarında mütalaa denen sessiz ödev yapma zamanları olan askeri disiplinli bir hayatım olmuştu. 

Böyle bir disiplin içinde olmama rağmen birinci dönemin sonunda matematik, ingilizce, türkçe zayıf gelmiş,ikinci sınıfa da matematikten borçlu geçmiştim. Bu da benim diğer öğrencilerden ne kadar geride olduğumu, ama hızla arayı kapatma kapasitem olduğunu gösteren bir başka gösterge olmuştu.

 İkinci sınıfta bir çok öğrenci eksilmiş, başka il ve ilçelerden yeni parasız yatılı öğrenciler gelmişti. Burada bir çok arkadaşım olsada bir gün babamla annem de gelince duygulanıp dudak büküşümü hep anlatırdı rahmetli annem. Bunda hafta sonları köye gelip ailemle hasret gideremeyişimin de payı büyüktür tabi. 

    TATİLDE ALDEDE HAYRI, HÖŞMERİM

 Zor bir okul döneminden sonra tatil bütün çocukların hakkıdır tabi. Yarı yıl tatilinde inekleri suladıktan sonra boş zamanım kalıyordu. Bu zamanı Elifoğlunun bayırda hiç eksik olmayan karda kızak kayarak geçirmek her şeyi unutturuyordu. 

 Recep dayı ve canip ile aşağı harmanlardaki inin girişine bakarken parlak bir şeyler gördük. Ancak hem ara dardı hem de biraz ürkütücüydü. Anneme o inde bir şey parlıyordu diye sordum. O da "eskiden zabitler mushafları(arapça yazılı kur'an) topluyordu, köylüler de oraya saklamışlar. O inin girişini de çocuklar girmesin diye kapatmışlar, çok darmış. Oradan akan su Abidinlerin evinin altına gidiyor derlerdi" dedi. Ben sadece kur'an olduğunu düşünerek ve o zaman için konu beni aştığı için üstüne gitmedim. Ama sonradan orada köyün eski camisine ait kıymetli eserler de varmıydı diye de aklıma takıldı durdu. Bir daha da bu konu açılmadı. 

Sonraki pazar günü Aldede pilav hayrı vardı. Güreşçiler hünerlerini gösterdi. İsmail öğretmen de bir kaç kişiyi yendikten sonra peşrev çekip rakip istiyordu. Kendisi çok atletik olduğu için cesaret eden rakipte az olmuştu. Birileri Sadettinin Ramazanı hadi bakalım efe diye meydana çağırdı. Ramazan hem uzun hem iri olduğu için İsmail öğretmeni yerde süründürüyor ama o bir türlü pes etmiyordu. Sonunda yere sürtmekten sırtında çizikler oluştu, karşısındaki gücü kabul etti, mecburen pes etti ve Ramazan baş pehlivan kaldı. At yarışlarınıda Ekizlerin Halil kazandı. 

Bursadan misafirlerimiz geleceği ve özel gün olduğu için annem höşmerim yapmıştı. Hacı Nureddin dayı "yeğenim höşmerim çok güzel olmuş, ellerine sağlık, ne zamandır yemiyordum bak" dedi. Bizim köydeki höşmerim Balıkesir peynirli höşmeriminden farklıydı. Süt kreması unla karıştırarak pişirilir. Pişip, yumuşak hamur kıvamına geldikten sonra tekrar krema ile kızartılırak yapılırdı. Ağır olduğu için ancak şekere bandırılarak yenebiliyordu. Hacı Nurettin de annemin halasının oğluydu. Eskiden Bursa Yeşil'e göç etmişler. Başta kamyonla nakliyecilik yapıyormuş. Babası onun yıktığı evleri tamir ediyormuş. Sonradan otobüs almış, Arabistan'a hacı götürmeye başlamış. Artık işleri ilerletmiş, bir kaç otobüs daha almış. Eşi Ayşe ablayla beraber Umurbey'de zeytinlik, ev almışlar çoğu zaman orada kalıyorlarmış. Daha sonra da Şible'de Durmuş sitesini yaptıracaktı. 

TATİLDE DIŞKAYADAN ULUDAĞA OTLAK GÖÇÜ

Babamlar ben okuldayken Hamamlı Kızık mer'asını almışlar. Bizim köyden sabah erkenden çıkarak öğleden önce Ankara yolunu geçip akşama  Uludağ zirveye ulaşmışlar. Abim ve beraber gittiğimiz Zebil Mürseli de önden giderek hayvanlar için avul ve  kendileri için oba yapmış. Babam ertesi gün dönmüş. Şimdi Aldede hayrından sonra hem beni  hem de erzak götürmek için hazırlıklar tamamdı. Sabah erkenden yola çıktık. Akşama biz de Uludağ'a  varmıştık. Gittiğimiz yer şırıl şırıl suların aktığı yeşil çayırlıklarla kaplı, alt tarafında orman, derelerinde alabalıklar olan  kartpostal gibi bir yerdi. O Yaz Mürsel dayının oğlu Rıza da Bursa'dan gelmiş ve birlikte çok iyi vakit geçirmiştik. Bir kaç defa birlikte Rıza'nın kamp çadırlarındaki arkadaşını ziyarete gittik. 

Rıza benden yaşça küçüktü ama, fizik olarak oldukça iriydi. Bir gün güreştiğimizde onu yenmemi bir türlü hazmedemedi. Güreş bir kaç defa tekrar edildi, ben tuş yapmaya uğraştıkça o omzunu yukarıda tutuyordu.  Bu arada yerlerden sırtı çizildi. Selime teyze bana "biz akrabayız oğlum, naptın Irza'nın omzunu" dediği zaman çok mahçup olmuştum.

 Bir gün kuru çırpı toplayan Selime teyzeyi 3 tane arı ısırmış. Selime teyzenin her yeri kızarmış, kolları bacakları şişmişti. Soğuk suyla yıkadılar, yoğurt sürdüler. Akşama kadar komadan çıkamadı. Hastaneye götürme imkanı da yoktu. Neyse ki bir şey olmadan iyileşmişti. 

Abim dereden eliyle bir alabalık tutmuş. Onu kömürde pişirerek bana "al bakalım sen böyle balık yedin mi" dedi. Gerçekten de lezzeti çok harikaydı ama maalesef ki bazıları şişeye sönmemiş kireç koyup,  delikli mantarla delip, onu suya atıp, patlatarak avlandığı için çok fazla da bulunamıyordu.  

Ağustos gibi gelip matematikten bütünleme sınavına girmem gerekiyordu. Babamın haberi vardı. Geldiği zaman onunla birlikte Bursa'ya geldim ve Matematik sınavına girdim. Akşamleyin bizim köyden volfram madeninde çalışan Ekizlerin Yusuf dayı ile konuşmuş. Babama "arabaya binsin fabrikada insin" demiş. Ben volfram madeni arabasına bindim ama yolda uyuyakalmışım. Araba fabrikanın içine girmiş, herkes inmiş. Şoför beni uyandırdı. Neredeyse akşam saat 7.30 civarıydı ve 1, 5 saat içinde hava kararacaktı. İlk anda biraz panikledim ama şoföre sorduktan sonra biraz rahatladım  "Hemen buradan aşağıya doğru, bak şu tepeden aşağıya gideceksin" dedi bana şoför. Oradan aşağıya doğru biraz gittiğimde zaten tanıdığım bildiğim yerlere gelmiştim ve akşam olmasına rağmen bizim koyunların keleklerini duymanın ve az sonra da onları görmenin rahatlığıyla yavaş yavaş obaya ulaşmıştım. Eylülün 15 inde de Rızayla birlikte Bursa'ya döndük. Babam daha önceden pansiyona kayıt yenileme işini halletmiş ve benim eşyalarımı getirmiş. Ben annemi göremeden doğrudan pansiyona gittim. Böylece ikinci sınıf başlamış oldu.

ORTA 2 GÜNLERİ 

 İkinci sınıfta Mustafa Yılmaz'a matematikten bir kaç soru sorduktan sonra matematiği nasıl çalışacağımı anladım. Pansiyonda yatılı kalan Ahmet öğretmenin bir akşam çalıştırmasından sonra ingilizceden de iyi notlar almaya başladım. Türkçe dersinde de Şengül öğretmenimizin çok profesyonelce yönetmesiyle iyi notlar alıyordum. Bu yıl artık uyum sağlamış, teşekkür alarak sınıfı geçmiştim. Bazı arkadaşlar da sınıfta kaldı. Bunlardan biri de Hasan arkadaşımızdı. Sonradan, o zaman Anadolu Mahallesindeki dokuma tezgahlarını Barak Fakih bölgesinde bir fabrika yaptığını ve halen Bademli köyünde(!) yaşayan Şaban arkadaşımızla dünür olduğunu öğrendim. 

Köy hayatında çok özenli sofralara alışık olmadığım için, yeşil mercimek, pilav hoşaf menülerini pek yadırgamıyordum. Kahvaltıda bazı gün reçelde margarini ezerek bazende sadece peynirle, yanında sıcak bir çay ve ekmekle karnımı doyuruyordum. Sonuçta kaloriferli, temiz şartlarda yaşıyordum. Hafta sonları caminin alt tarafında karate kursuna gidiyor, masa tenisi, valeybol ve basket oynuyordum. 

Fen dersinde Balıkesirden gelen Ramazan'ın çok içten "Allaah" çekmesine Abuzer hocanın "ne oldu evladım, vahiy mi geldi" deyişi hatırlamaya değer. 

ERİCEK MER'ASINDA DEHŞET;NEDEN SERBEST VAHŞİ HAYVANA KARŞIYIM? 

Okul iyi gitmiş ancak yaz hiç de öyle olmamıştı. Hem  Karabaş köpek hem de Yetiş köpek iyice yaşlanmıştı. Bunlarla birlikte yetişen yeni köpek de olmadığından babam tanıdıklardan 4 tane başka köpek getirmişti. Yeni köpekler alışmış gözüküyor ve koroslanmalarıyla (zor şartlarda test edilmemhiş köpeklerin böbürlenip, havlamalarla havalı görünmesi) güven veriyorlardı. 

Şimdiki adrenalin park olan yerde Karabaş köpeğin acı içinde kıvrandığını gören abim tabancasını çıkardı, emniyetini açtı ve bana vererek, kalbini gösterip "tam buraya hizala ve tetiği çek" dedi. "Sen küçüksün, sana günah olmaz, zaten iç çekiyor, yapacak bir şey yok" vb diyerek beni ikna etti. Böylece ilk tetik çekişimde ötenazi isteyip istemediğini bilmediğim bir canı almış oldum. 

Bu arada yaz başlarken babam otobüsü satıp kırmızı BMC kamyon almıştı. O gün Kamyonla İbiş Yaşar'ına saman almaya Yenişehirin Akbıyık köyüne gittik. Artık hayvana gitmeyen Yetiş köpeği de Hacıömerdere köyüne bıraktık. Saman yükleyip Yenişehir'e doğru dönerken, olmayacak bir şey oldu ve kamyonun ön tekeri küçücük bir çukurda bijon kesti. Babam frene bastı, el freni çekti ancak kamyon durmuyor, sola doğru çekiyordu. Babam arabayı istop edince sürüklenerek, güç belada olsa devrilmeden, hendeğe düşmeden durdu. Uzun aramalardan sonra mısır tarlası içinde daireler çizip kaybolan lastiği bulduk.  Babam otostop yaparak tamirci getirmeye gitti. Biz de Yaşar dayıyla kamyonun yanında kaldık. 

Bu arada akşam olmuş, karnım acıkmıştı. Yaşar dayı bahçenin içindeki eve gitti ve bana ekmek istedi. Bir elma ve biraz ekmekle karnımı doyurdum. Babam yatsıya yakın tamirciyle geldi. Tamirci lastiği tamir etti ve gece yarısına doğru köye dönebildik. 

Bundan sonraki hafta abimler Cevizlikteki otu biçip, yağmurdan önce dama koymak için bütün güçleriyle çalışıp akşam obaya geldiler. Otları dama yerleştirmişlerdi ancak akşam da sert yağmur yağıyordu. Bu defa da Güriçi'ndeki tarlanın üst tarafındaki çamlığa çam budaklarıyla avul yaptılar. Koyunları bu avula kapadılar. Hep beraber yattık. 

İşte bu şartlarda kurt gelmiş ve koyunları ürkütüp, çam avulun yıkılmasına sebep olmuş.İzlerden anladığımız kadarıyla iki yavrusuna sabaha kadar koyun boğma eğitimi vermiş.  Elmalıdaki halamlar köpeklerin ve keleklerin gürültüsüne uyanmışlar. Kurtlar o arada koçun peşine takılıp zaptiye mezarına doğru gitmişler. En son onu yakalayıp yemişler. 

Halam bizim obaya gelmiş, beni uyandırdı. Bu, dedemin ölüm gününden sonraki ikinci unutamayacağım uyandırmasıydı. "Kalk Memeet, koyunları kurt kırıp geçirmiş" dedi. Gün ilerledikçe gerçek zayiat ortaya çıkmaya başladı. 68 tane koyun ve bir koç mundar gitmiş, 23 tane koyun da ağır yaralı olduğu için kesilmek zorunda kalmıştı. Kesilenler tanıdık bir kasaba et olarak satılmıştı. Bir günde üçyüz olan sürü 210'a inmişti.  Abim sonradan "o yaşlı Yetiş köpeğin ilenci (ahı) tuttu" derdi. 

KURALLAR OLMALI

Bu olaydan sonra vahşi hayvanların doğada serbest bırakılmasına hep karşı çıkmışımdır. Vahşi hayvanlar Safari park /milli park açılımıyla şehirdeki insanların görebileceği belirli bölgelerde toplanmasını savunuyorum. Başka hayvanlar çoğalır tezine de katılmıyorum. Zira o hayvanları para verip avlayacak insanlar da mevcut. 

Doğadaki her şey kontrol altında olmalıdır. İnsanlar bile. Sonuçta amaç insan oğlunun konforunun sürdürülebilir olarak sağlanmasıdır. 

Kırılmış incirler, cevizler;yağmalanmış kovanlar, bahçeler; başı boş köpekler ;fırlayan enflasyon, döviz fiyatları;çalınan elektrik kabloları, logar kapakları ;telefon ve internet dolandırıcaları..... hep bu kuralsızlığın sonucudur. 


KAYBOLAN BUZAĞI

Babam Hollanda cinsi bir erkek buzağıyı çok beğenmiş ve almış. Onu da diğer ineklerle beraber Soğucakta, şimdiki adrenalin park olan yerde, otlatıyordum. Birden hepsi alarma geçti, kurukları kaldıran deredeki çınarın altına, şimdiki gölün alt tarafında, doğru koştu. Bu durum yaz aylarında ineklerin sığır sineiği sesini duymasıyla yaşadığım sıradan bir olaydı. Ama bugün yeni üyemiz gruptan ayrıldı ve Zaptiye Mezarı tarafındaki, inerken yolun sol tarafındaki, ormana doğru fırladı gitti. Benim bütün gün aramama, sonrada abimin ve babamın aramasına rağmen üç gün sonra hala ne ölüsünü ne dirisini bulabilmiştik. Ölmüş olsaydı havada dönen kargalar, akbabalar, koku, kalan kıl veya kemik gibi bir belirtiler olmalıydı. Bu duygularla ararken derelerin içine düşmüş olabileceği ihtimali üzerine yoğunlaşınca nihayet danayı bir hendeğin içinde bulduk. Babam ve abim güç bela buzağıyı hendekten çıkardı. Su ve ot verdik. Ancak bu buzağının bu şartlarda sürüye karıştırılamayacağına karar verdik. Ona evde baktık ve biraz büyüyünce sattık. 

İNEKLER ARMUT YER Mİ? 

Ericeğin Tozlu mevkiinde, Fındıcak yolunda solda meradaydık(hayvan otlatmak için başka köyün arazisine gitmeyi anlatmak için kullanılır) . Temmuz ayı gibi ormana yakın bayır tarladaki armutlar olmuştu. Ben dala çıktım. Bir kaç tane armut yedim. O arada farkettim ki Arap dana armutları ağzını şapırdatarak yiyor ve bana başka yok mu diyerek bakıyor. Ben dalı salladım onlar yedi. Sonra öbür dala çıktım ben dalı salladım onlar yedi. Çok ta hoşlarına gitti. Ama hesabetmediğim bir şey vardı. Armutların sahibi Bahattin abi babamı bulmuş ve "armutların dibi inek pisliği, inek izi doluydu. Dalları dökülüyordu, hiç bir tane kalmamış. Senin oğlanın işi bu" demiş. Akşam babam bana "el alemin armutlarını niye ineklere yedirdin. Adam ziyan parası istiyor" dedi. Ben babamın kesin delillerle konuştuğunu anlayınca mahçup bir şekilde "onların sahibi mi varmış" diyebildim. Babam o zaman benim yaptığımdan emin oldu. "Ot mu yok dağda, el aleme armut parası ödetcen bana, adamlar merayı sattı, armutları da mı sattı..." diyerek bir güzel haşladı. Sonraki gün kaç kilo armut vardı armutlarda Bahattin abi demiş ve parasını ödemiş. Böylece ineklere parasıyla armut ziyafeti çekmiş oldum.

Sonraki kış babam Arap danayı ve Turgut danayı öküz olarak Ericeğe satmış. 

 

 OBA KURULUMU

Bu arada oba nasıl kurulur onu da anlatayım. Yatacak ve ocak yakacak kadar düz alana üst taraftan ark çekilerek su basması önlenir. İki metrelik ince budak ya da genç meşe ağaçları kesilerek kalın uçları sivriltilir ve U şeklinde iki karış arayla yere gömülür. İnce uçları uçtan birbirine örülerek ters U şekline getirilir. Bu çubukların üstü eskiden kalın aba kumaş olan keçe ile, bazende çul ve ağaçlar ile kapatılır. Yere ince budaklı çırpılar (dal) yayılır. Bu yaygının üstüne dört parmak kalınlığında döşek ve keçe serilir. Kapalı tarafında yastık ve yorgan bulunur. Açık tarafında da ocak yakılırak yemek ve köpeklere yal pişirilir.

 Yal, genellikle  üstten sallanan bir çengel çubukla pişirilir, buğday kepeği ve sıcak suyla biraz cıvık hamur haline getirilerek pişirilir ve uzunca tahta teknelerde köpeklere verilir. Eskiden yuvarlak tahta teknelerde çorba içildiğini de duydum. 

Hava soğuksa yada kış obasıysa ocağı  koruyacak şekilde üstü örtülür. Obanın ön tarafına kor koyulur. 

Hayvanlar için de açık alanda avlu yapılır. 1,5 metrelik kazıklar çakılır ve bu kazıklara kanat denen 2 metrelik ağaç çubuklu çitler bağlanır. Bir yerde açılıp kapanabilen kapı bırakılır. Bazen de bu avul ortadan bölük yapılır. Bunların birinden diğerine yalnızca bir hayvanın kontrollü olarak geçebilir, böylece iki tarafında birer kişinin oturup hayvanları sağmasına imkan verir. Birisi geçtikten sonra diğerleri bu deliğe doğru gitse de çoğu zaman bir çocuğun arkadan göndermesi gerekir. 

ALLAH, BİR ÇUVAL ALTIN YOLLAH

Soğucakta, şimdiki Adrenalin parkın orman tarafında obadaydık.Oba komşumuz Orhan eniştemlerdi.Orhan eniştem babamın kız kardeşi Düriye halamla evliydi. Onların da tek oğulları Ümmet olmuştu. Sabah olduğunda  onun bağırarak söylediği şu  sözle uyanıyordum. "Allaah!  Bir çuval altın yollah! " 

Babası Orhan enişte halamla evliydi. Orhan eniştem iri kıyım, yuvarlak yüzlü,iyi niyetli, dünya için başkalarını üzmeyen, hoş muhabbet biriydi. O da bir evin bir çocuğuydu. Anası Nazmiye nine halamla gelin kaynana çekişmesi yaşasa da, ben onlara gittiğimde "aman kim gelmiş şuralardan! Hoş geldin kuzuum" diye sever, şekersiz göndermezdi. Adaşım olan babası da çok iyi niyetli biriydi. 

Halam köydeki dikiş makinesi olan bir kaç kişiden biriydi. Güzel ve gür sesiyle mevlütler okumaya çağırılırdı. Ancak köydeki bu gelir yetersiz oluyordu. 

Hacer ninemle halam çok iyi görüşürlerdi. Köyde çoğu kişi hayvanlarının bir kısmını satarak Bursa'da ev alıyordu. Halam da nineme Bursa'da bir ev yaptıralım demiş. Babam ve Orhan eniştem Bursa Yeşilyayla'da daha önce yan yana iki arsa almıştı. Hatta yoldan araba geçer, gürültü olur, çocuklar oynayamaz, arsadan yol geçer gibiqq düşüncelerle yoldan beşyüz metre yukarıdan almışlar. Ninem babamla konuşmuş ve halama dedemin mirası olarak 40 koyun, köydeki evin ve tarlaların yarısını vermesini istemiş. Babam da halamla, ninemin hakemliğinde, hangi tarlaların ona verileceği konusunda anlaşmış. Bu normal değil mi zaten diyeceksiniz şimdi ama o zamanki şartlarda kızlara verilecek tarlalar  isteğe bağlı olabiliyor. Örneğin dayım anneme yarım dönümden az bir tarla yazdırmış. Konumuza dönersek; ilaveten komşulardan altın borç alınarak, hayvanlardan bir kısmı satılarak finans kısmı da çözüldü ve halamlar Bursa'da iki katlı ev yaptırdı. Sonraki yıl da kalan hayvanların hepsini satarak Bursa'ya  göç ettiler. 

 

İNCİRLİDEKİ TARLA, AZİM! 

Şimdilerde Gürsu'dan bir kaç kişinin de hobi evleri yapıp kaldığı yerdeki tarlalar o zaman bakımsız yerlerdi, bazıların içlerinde bir kaç incir, bir kaç tanesinde de zeytin vardı. Babam Hasan oğulllarından 1300 metre bakımsız bir tarla aldı. O tarlayı temizlemek için aldığı paranın bir kaç katını harcadı. Pinarları ve küçük taşları temizlemek için günlerce işçi götürdü. Ortadaki büyük kayayı parçalamanın yolunu bulmak en zor kısmıydı. Üzerinde ateş yakıp balyozla kırmak gibi yollar bile denendi. Ama temizlendikten sonra çok güzel bir tarla oldu. İncirli çeşmesinden boru döşeyerek su indirdi. 

İçine 3 sıra fasulye, 3 sıra biber, 3 sıra domates, 3 sıra patlıcan dikmişlerdi. Üst köşede bir armut ve çilek vardı. Ortalarda şeftali, incir ekilmişti. Alt taraflarda da kabak, kavun, karpuz serpiştirilmişti. En altta da eskiden kalma büyük çekirdekli Aydın tipi zeytin vardı. Bu güzelliği sürdürmek çok emek istiyordu. Ama bizimkiler emeklerini hiç aramadı. Yazın herkes pazara giderken onlar oraya gitti. Kışa bol bol domates suyu, şeftali kompostosu, fasulye konservesi yaptılar. Hale yarma şeftalilerin, domateslerin tadını hala hatırlarım. Babam şeftaliler 9 yaşına geldikten sonra onları söktürdü, bu defa oraya zeytin diktirdi. Böylece orada aşılı zeytin, sebze bahçesi olabileceğini herkese göstermiş oldu. Ondan sonrada üstteki çeşmenin yanına büyük bir su deposu yapıldı ve bir çok kişi zeytin, sebze yetiştirmeye başladı. 

Babamın bundan sonraki denemesi Hotanlarda Santa Maria armudu yetiştirmekti. Tarla hotanlarda vadinin düz yerindeydi. Yüzden fazla armut ekildi, tankerle sulandı. Su çıkarmak için 3 gün iki kişi kuyu kazmaya gitti. Ama başarılamadı. Sonra vadideki soğuk birikmesi ve yeterli su olmaması nedeniyle armutlar gelişmedi ve kurudu. İyi bir kaynak ziyan oldu. Sonradan Güriçinde yetiştirenler başarılı oldu. Orada bizim de 36 dönüm tarlamız vardı ama yer seçimini yanlış yapılmıştı.


ORTA 3 ARKADAŞLARDAN

O seneden hatırladığım sınıf içi bazı olaylardan da bahsetmek istiyorum. Bir gün Musa Türkçe dersinde, yani Yaşar hocanın dersinde, yanındaki Abdullah'a kıç atıp ona yere düşürdü. Pat sesinden sonra Yaşar Hoca anında oraya yöneldi, "burası ringonun ahırı mı, eşşek herif, kalk ayağa" dedi. Yaşar öğretmen de 130 kg lık, sert heybetli biriydi. Musa'ya nasıl bir tokat indirdiyse, bu defa o yere yığıldı. Yaşar hoca 10 dakika kadar edep dersi anlattıktan sonra normal derse döndü. Musa'ya cezayı kendi kesmiş, disipline göndermeye hacet bırakmamıştı. 

Başka bir gün İlyas hoca, Mustafa hoca sigara araması için sınıfa baskın yaptı. Herkes ellerini başının üstüne koysun dedi. Yusuf sigara paketini avcunun ortasına koyup ellerini ensesine götürdü. Hoca çoraplarını, ceketinin ceplerini aradı ama bulamadı. Arama bitip hoca sonraki arkadaşa geçince  ceketin yan cebine saldı. Bu sakinliğini kopya çekerken de kullanıyordu. Yusuf bu özelliğini en sert hocaların dersinde bile hiç yakalanmadan kopya çekebilmesine imkan veriyordu. Yusuf okulu bu şekilde bitirdikten sonra farklı işler yaptı. En son evlerinin altında mobilya dekorasyon mağazası açtı. Hatta bizim evin mutfak ve yatak odası gömme dolaplarını ona yaptırdım. 

Çoğu kişinin kopya çektiği Hüseyin hocanın fıkıh dersinde arka sıralardaki Mustafa kitabı yere düşürdü. Sınavda hiç yerinden kalkmayan Hüseyin hoca çok kızdı. Ama kızması bu kadar sakar ve beceriksiz olması üzerineydi. Hiç kızdığını görmediğimiz hoca en az on dakika nutuk attı. 

 Ben se en önde, tam da hocanın karşısında, hem fıkıh dersinden, hem de lise 1 deki tarih dersinden kopya çekememenin burukluğunu yaşamışımdır. Ama derslere çalışacak vaktim çok olduğu için artık zorlanmıyordum. Hatta orta ikideki türkçe dersine giren Şengül öğretmenimizin "bakın çocuklar, kütüphanemizdeki eserleri her yerde bulamazsınız, her hafta bir roman, hikaye okuyun" tavsiyesiyle başladığım haftada bir kitap okuma alışkanlığını ikiye çıkarmıştım.

 PANSİYONDAKİ TÜCCARLAR

O yıl okuldaki öğrenci sayısı 3000 civarına çıktı ve yatakhanelerin yarısı da sınıf oldu. Yataklar da caminin altına taşındı. Okula geldiğimiz gün babam beni Asayişten(köyün yeni adını bilmiyorum) tanıdığı ormancının oğlu Bülent'le tanıştırmıştı. Bülent okul güreş takımındaydı. Onunla beraber Heykelden dönerken Meydancığa yakın bir çıtırcıya girdik. Kaymalı kağıt helvayı bütün alınca 20x30 cm tabaka fiyatı 5 liraya geliyordu. Caminin yan kapısına getiren amcanın fiyatıyla bunlar 12 lira oluyordu. "Bundan 10 tane alıp okulda satsak 50 lira kazanırız ama bizi şikayet ederler mi? " dedim. Bülent "caminin ordaki yatakhanede satarız. Ben başkanı ayarlarım" dedi. "Şimdi 6 tane alalım, satılırsa gene alırız" dedim. 15 er lira verdik 6 tabaka aldık. Tabakaları 4 e 6 ya 8 e böldürüp sardırdık. Çoğunu o sene Yunanistan' dan gelen paralı yatılı öğrencilere olmak üzere, aynı gün hepsini sattık. Böylece daha genç yaşta ticarete başlamış olduk. Bunu iki ay her hafta sonu satıp harçlığımızı çıkardık. Bir gün valeybol oynadıktan sonra akşam namazına ceketi asılı unutup gidince 50 liram çalınmış, bir ayın karı gitmişti ama gene de Allah bereket versin. Babam her geldiğinde harçlığım var diyordum. Sonradan Behçet hoca bunu öğrense nasıl bir ceza verirdi diye düşünüyorum da,kazasız belasız atlattığımıza şükrediyorum. O Yunanistanlı öğrencilerden bazıları Türkiye'de kalırken, bazıları da Yunanistan'a döndü. Bildiklerimden Ali eczacı olduktan sonra millet vekili adayı da olmuştu. Mehmet de Kozlubekir'de din görevlisiydi.

Yurdun dört bir yanından ve yurt dışından gelen binlerce öğrencinin öğrenim gördüğü okuldan milletvekilleri, doktorlar, mühendisler, öğretmenler, din görevlileri iş adamları çıkması tabiiki gayet doğal. Bugün taşımalı eğitim sayesinde böyle yatılı liselere o günkü kadar ihtiyaç yoktur ama o zaman için nasıl büyük hizmet olduğunu ancak o günleri yaşayanlar bilir. 

Behçet hocayı onun meşhur okul kürsü konuşmasıyla anmadan olmaz; Geçler! Gerek pansiyondaki gerek okuldaki tuvaletleri kullandıktan sonra sifonu çekmeyen arkadaşlar var. Biz her ne kadar temizletsek te sizi de bu konuda duyarlı olmaya davet ediyorum. Size Fatih'in terbiyesini vermek için mücadele ediyoruz bütün öğretmen arkadaşlarımla. Fatih'in izinde olan biri tuvalete yazı yazar mı çocukkar! Fatih sizin yaşınızdayken topun nereyi vuracağını hesap ediyordu, siz deliği nişan alamıyorsunuz! Böyle bir şey olabilir mi? 


80 ÖNCESİ YILLAR

 O zamanki akıma ben de uydum. Yörük ve milliyetçi damarım ağır basması tercihimi etkilemişti. Okul bitiş saatinde okuldaki bazı arkadaşlarla Sinan dedeki Ülkü Ocakları derneğine gidiyorduk. Orada Hergün gazetesi okuyor, çoğu Bursaq Eğitim enstitüsünde 7 yıldır öğrenci olan abilerimizin coşkulu konuşmalarını dinliyor, marşlar söylüyorduk. Şehid edilen abilerimizin resmini yakamıza iğneleyip, onlar için saygı duruşunda bulunuyorduk. Konuşan abiler duygusal konuşmalar yapıyırdu; "Abimiz hayatını milliyetçi, ülkücü, vatansever, idealist gençlik yetiştirmek için harcayan bir vatan perverdi. Okulunda bu uğurda ölmeye hazır bir çok genç bıraktı arkasında. Bakın burada da bir çok kardeşimiz var. Biz var oldukça bu ülkeyi komünistlere bırakmayacak gençlik var! Hep beraber mücadeleye varmısınız! Şu iyi bilinsinki abimizin kanını yerde bırakmayacağız, bunun hesabı sorulacak, sen rahat uyu abim. Tanrı kutlu yolda şehadetini kabul etsin! " 

 Aynı gün solcuların takıldığı kahvenin, ya da Dev genç merkezinin silahla tarandığını, bir kaç gün sonra da solcu bir öğretmenin öldürüldüğünü duyuyorduk. Öldürülen solcu öğretmen sınıfta Darvin teorisini anlatmış, insanlar maymundan türedi, her şey tesadüf demiş. Allahsız komunistin solcunun biriymiş. 

Bu abiler her okulda bir şekilde yeni eleman kazandıracak organizasyonu yapar, geceleri duvarlara üç hilal çizer, başbuğ Türkeş vb yazılar yazarlar, sokak başında bekleyip geçenlere hangi görüşte olduğunu sorarlar, bıyığını beğenmediklerini bir güzel pataklarlardı. Karşı görüşten kimse bu sokaklara giremezdi. Bazen bir evden bir kardeş sağcı, bir kardeş solcu olabilirdi. Kardeşini, akrabasını vuranları duydum.  

Biz de Nusret, Musa, Süleyman gibi bir kaç kişi para topluyor, sınıfa Hergün gazetesi alıyorduk. Okuldaki gruplar genelde MTTB (Milli Türk Talebe Birliği) ne giderdi. Onlarda silahlı grup yoktu. Onlarda da benzer faaliyetler vardı. Onlar Milli Gazete alıyorlar, tek yol islam sloganları atıyorlardı. 

Solcular da orak çekiç çiziyor, devrimci gençlik, kahrolsun faşizm gibi sloganlar yazıyordu. O zamanlar burada hiç solcu öğrenci yoktur diye düşünüyordum ama sonradan bizden bir önceki dönemden Faruk HDP milletvekili olunca yanıldığımı anladım. 

Okuldaki mücadele de bu iki grup arasındaydı. Bir defasında ülkücü abiler bir bayrakla okula girmeye kalktı. Okulun kapısı Nurullah hoca,İlyas Hoca gibi öğretmenlerin, Mutlu abi gibi bazı öğrencilerin  kapıları kilitleyip arkasına tenis masallarını dayamaları ile önlenebilmiş, polis çağırıldığını duyan grup mahalle aralarına dağılmıştı.

Yazın köyde Cevizlik mevkiindeki koca çınara yan budaktan çıkıp bıçakla üç hilal çizdim. Sonradan 80 darbesi olunca Zebil Mürsel'i bana "jandarmalar geldi, cevizlikteki çınarla Mersinlidaş'daki üç hilali kim yaptı diye sordular, ben de çınarı Mehmet çizmiştir, daşı da Ericekli Seydi Ahmet çizmiştir dedim, seni arıyorlar " diye takıldı.   Darbeyi okul başlamadan önceki hafta radyodan öğrendim. O ara çobanlarda pilli radyolar ve çay yapmak için kara çaydanlıklar taşımak modaydı. Sabah marşlar çalmaya başladı,arada yönetime el koyulduğu ve en kısa sürede demokrasiye dönüş yapılacağı duyuruluyordu. Ondan sonra o abilerden hiç haber gelmedi. Birden sokaklar, okullar güllük gülistanlık oldu. Okullardaki tartışmalar da değişti. 

Ben de bundan sonra sağcı da solcu da bizden, hepsini kazanmalı, tek Türkiye ülküsünde birleştirmeliyiz fikrini savundum. Beyin yıkamanın, kitleleri yönlendirmenin ne kadar kolay olduğunu gördüm. Blogda  "Tek Türkiye Ülküsüne Çağrı" başlıklı yazıyı yazdım. 

 O zaman bir öğrenciyi, her gazeteden okuduğunu gerçek sanan aydını, karşı görüşleri okumadan kendine sunulan ideolojinin peşinden gidenleri, hümanist - yeşilci ve küreselcileri, kürtçüleri, türkçüleri, bir hocanın peşine takılan cemaatcileri; işinde gücünde bir çobanı, bir işçiyi, ustayı, köylüyü aşırı uçlara kaydırmaktan ve yönetmekten daha kolay olduğunu yaşayanlardanım. 

Aile içinde, köyümüzde, mahallemizde nasıl hep beraber yaşıyorsak, bu ülke içinde de aynı şekilde yaşarsak, birlikte çalışan ailelerin başarı hikayelerini anlatıp küçük kavgaların nerelere varabileceğini ortaya koyarsak ; gençlerimize güzel ahlakın yanında araştırıcı ruhu, olanı yıkan değil yenisini ekleyen düşünce yapısını, tüm mecraları kullanarak kazandırabilirsek; bizim önümüzü kimsenin kesemeyeceğini, birlik ve beraberliğimize nifak sokamayacağını, gelecek kuşaklara aktarabilirsek; bu huzur ve kazanımlar en büyük miras ve birlikteliğimizin kıymetini kavramada yol gösterici olacaktır. 

(Bu blogda 4. bölümü de yayınlandı, okumanızı tavsiye ederim) 







Popüler yayınlar